SÖYLEŞİ: MAHMUT ERDEMİR
İSTİKLÂL Marşı’mızın TBMM’de kabul edilişinin 100. yılında, önemli Mehmet Âkif Ersoy kitapları yayımlandı. Bu yazarlardan biri de araştırmacı yazar, şair, Türkiye Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Kurtoğlu. Kurtoğlu’nun yeni kitabı "Şair, Derviş, Kahraman: Mehmet Akif " isimli eserdi. Sayın Kurtoğlu ile kitabı çerçevesinde Âkif’i konuştuk.
-“Şair, Derviş, Kahraman: Mehmet Âkif” isimli kitabınızın giriş bölümünde, ”Âkif’in biyografisi nasıl yazılmalı?” diye soruyor ve ülkemizde biyografi yazarlığının tam anlamıyla yerleşmediğini ve zor olduğunu söylüyorsunuz. Buradan hareketle soracak olursak; biyografi yazarlığı neden zor? Sizce Akif’in biyografisi nasıl yazılmalı?
Biyografi yazarlığının zorluğu; gerçekte kültür ve medeniyet anlayışımızla ilgili bir konu. Bizim inanç ve kültürümüzde günahları örtme, ölüleri hayırla anma ve mahremiyet vardır. Bu üçünün varlığı, bizim biyografisini yazacağımız şahsiyet üzerinde özgürce ve rahatça konuşmamızı engellemektedir.
Batı’da olduğu gibi itiraf kültürü olmadığından, bizdeki biyografiler daha çok tanıtım ve methiyedir. Oysa batıda biyografik çalışmalar oldukça derinliklidir; ele aldıkları şahsiyetin hayatını didik didik ederler. Örneğin biyografisi kaleme alınan kişi; sağ veya ölü olmuş olsun fark etmez; özel hayatına girmekten çekinmezler, davranışından veya yazdıklarından psikolojik çıkarsamalar yaparlar. Bizde, böylesine rahat biyografi yazamazsınız. Yazdığınız kişinin yakınlarıyla başınız belâya girer. Âkif’e gelince onun hakkında binlerce makale ve 100’ün üzerinde biyografi yayınlanmıştır. Ancak bu biyografilere baktığımızda, bunlar Âkif’i tanıtmaktan daha çok methetmişlerdir. Sol kesim ise eleştirmiştir.
ÂKİF’İN HAYATI TRAJİKTİR
Mehmet Akif Ersoy, Türk edebiyatında; gerek âlim-aydın kimliği ve gerek şahsiyetiyle hiç kimseye benzemez. Onun hayatını kaleme alanlar, onu içselleştirmeden, devrinin sosyo-kültürel hayatını irdelemeden, ruhiyâtına nüfuz etmeden anlatamazlar.
Stefan Zweig’in; Tolstoy’u, Dostoyevski’yi, Nietzsche’yi anlattığı gibi Âkif’in hayatı anlatılmalıdır. Bir iki sahifelik Shakespeare bilgisinden binlerce makale, yüzlerce derinlikli Shakespeare biyografisi yaratan “Shakespereyanlar” gibi Âkif’in üzerine çalışanlar da pekâlâ derinlikli araştırmalar yapabilirler.
Âkif’in hayatı birçok yönden ayrı ayrı ele alınabilir. Biliyorsunuz kutsal kitapların dili sembolik ve trajiktir. Âkif’in hayatı da trajiktir. Örneğin onun ve oğlu Emin’in hayatından Soren Kierkegaard’ın, İbrahim’in İshak’ı kurban olgusu üzerinden yarattığı “Korku ve Titreyiş” gibi trajik bir eser yaratılabilir. Zweig’in “Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar” yahut “Kendileriyle Savaşanlar” tarzındaki eserleri gibi “hayatı şiirinden büyük” olan Âkif’in, hayatını yazabilirler. Ancak bugüne kadar birkaç biyografi kitabı hariç Âkif’e ya methiyeler dizilmiş ya yerden yere vurulmuştur. Gerçek anlamda biyografisi henüz yazılmamıştır…
- Çok sayıda kitabınız yayımladı; Âkif ile ilgili yazdığınız kitaplar üzerinden bir değerlendirme yapmak gerekirse Âkif kitabı yazmak zor mu kolay mı oldu?
-Kaleme aldığım birkaç biyografi eserim var. Şair Nâbi, Necip Fâzıl, Shakespeare, Tanpınar. Dosya halinde yayınlanmayı bekleyenleri saymıyorum. Ancak bir büyük sanatçıyı yazabilmeniz için onu sevmeniz ve tanımanız gerekiyor.
Âkif’i öğrencilik yıllarımdan bu yana seviyorum ancak tanıyordum diyemem. Ankara’ya yerleştikten sonra Türkiye Yazarlar Birliği’nin (TYB) periyodik olarak yaptığı “Mehmet Âkif Bilgi Şölenleri” ve D. Mehmet Doğan’ın dikkatlerimizi Âkif’e çekmesiyle birlikte, bende Âkif’e karşı bir bilinç oluştu. Uzun yıllar yapmış olduğum okumalar sonucunda “Bir Âkif kitabı yazmalıyım” diye kendi kendime söz verdim. Tabii Âkif gibi zor bir adamı yazmak elbette kolay değil. Ancak içselleştirmeden hiçbir eserimi yazmadım. Hatta bir deneme, bir makalemi dahi içselleştirerek yazıyorum. Tıpkı bir şiir yazar gibi.
Âkif hakkında binlerce makale, yüzlerce kitap yayınlanmış. Türkçe yayınlanan, Âkif hakkında ne kadar yayın varsa onlara ulaşmaya çalıştım. Kıymetli olanların altını çizerek okudum. Bu yayınlanan eserler içinde ufkumu açan çok az eser olduğunu burada belirtmiş olayım. Şahsen Âkif hakkında yeni bir bilgi verdiğimi söyleyemem. Ancak “yeniden nasıl söyleyebilirim” kaygısıyla yazdım. Onun hayatının ve şiirinin derinliklerine inmeye çalıştım. Tabii ki bu öyle kolay olmadı. Çünkü önümde Topçu’nun ve Karakoç gibi üstatların kaleme almış olduğu Âkif kitapları vardı. Ne kadar başarılı oldum bilemiyorum, buna ancak okuyucu karar verir
Mehmet Akif, bir bankta oturmuş hayallere dalmış. Kimbilir belki de, memleketin o dönemdeki gidişatını düşünüyor ve çıkış yollarını tahayyül ediyordu.
HAYATI BAŞTAN AŞAĞI ŞİİRDİR
-Güçlü bir gözlem ve araştırma yeteneğiniz var. Âkif’in hayatının tüm safhalarını, kişilik özelliklerini incelediniz. Sizi en çok etkileyen dönemi hangisidir? Neden?
Âkif’in hayatı baştan aşağı bir şiir, trajik bir romandır. Onun hayatını diğer şair ve yazarlar gibi devir veya dönemlere ayırmak kolay değildir. Çünkü onun hayatı döngüsel değil, bir düzlem üzere gitmiştir. Onun hayatında Necip Fâzıl’ın hayatında olduğu gibi üç devre yoktur. Onun hayatı bir bütünlük içinde geçmiştir. Hatta onun Osmanlı dönemindeki tutumu ile Cumhuriyet dönemindeki tutumunun aynı olduğunu görenler, bunu onun için bir zaaf saymışlar. Nedir efendim zamanı okuyamamış, cumhuriyetin gidişatını kestirememiş! Bence o, zamanı da cumhuriyetin gidişatını da çok iyi okumuş, ancak inanç ve idealinden taviz vermemiştir. Bu tavizi vermemesi onun küçültmez, bilâkis daha yüceltir. Onun beni etkileyen yönüne gelince, hangisini söyleyeceğimi bilemiyorum. Biliyorsunuz büyük adamların büyük zaafları olur. Özellikle Âkif’in hayatını araştırırken, onun zaaflarını bulmayı çok istiyordum. Çünkü büyük bir insanı anlatıyorsanız, sevaplarıyla günahlarıyla anlatmanız gerekir. Âkif’in hayatında açık yerler, daha doğrusu zaaflar aradım. Birçok şair ve yazarda olan para, kadın ve şöhret/makam tutkusunu zerre kadar görmedim. Bilirsiniz şairler ruh serserisi olurlar. Çabuk âşık olur, çabuk sıkılır, çabuk fikir değiştirirler. Âkif’in; değil hayatında şiirlerinde kadın yoktur. Ne parayla arası iyi olmuştur ne kadınla… Paraya en çok ihtiyacı olduğu dönemde ödül olarak kazandığı parayı bile elinin tersiyle itmiştir. Bunu bugün hangi babayiğit yapabilir? İlk mecliste milletvekiliydi… Cumhuriyetin kurucu iradesiyle barışık olsaydı, yükselemeyeceği makam yoktu. Ancak o; makamı da ve mevkiyi de elinin tersiyle itmiştir. Onun bu tutum ve davranışı beni fazlasıyla büyülemiştir. Bugün onun ortaya koyduğu bu yüceliğe kim erişebilir? Bu erdemi kim gösterebilir. Zaten Âkif’in büyüklüğü de burada yatıyor.
Akif’in cenazesi, o dönemin yöneticilerinin baskısı sebebiyle, üniversite öğrencileri tarafından kaldırılmıştı. Milli Şair olmasına rağmen, devlet erkânı cenaze törenine katılmamıştı.
MEHMET AKİF’İN ÜÇ AYRI HASLETİ
-Âkif için “Şair Derviş Kahraman” tanımlaması yapıyorsunuz. Sizi bu tanımlamalara götüren şey neydi?
Kitabın adına bakıp özellikle “derviş” tanımlaması üzerine olumlu ve olumsuz düşüncelerini söyleyen oldu. Kimisi dervişlik; Âkif’i tanımlamaz dedi, kimi de çok güzel, dervişlik Âkif’e çok yakışmış dedi. Fransız şair Baudelaire’in “üç kişiye saygı duy, şair, derviş ve kahraman” diye bir sözü var. Bu sözün Peygamberimize ait olduğunu söyleyenler de var ama ben o hadisi görmedim. Baudelaire’in bu sözünden hareketle Âkif’e baktım. Üç ayrı hasletin Âkif’in şahsiyetinde vücut bulduğunu gördüm.
Birincisi Âkif şairdir hem de büyük şair. İstiklâl Marşı, Bülbül, Çanakkale Destanı gibi şiirlere imza atmış, şiiriyle bir devrin romanını yazmış adam. Böylesine büyük bir şair!
İkincisi derviştir. Dervişliği mutlaka bir şeyhe bağlılık olarak anlayanlar, benim Âkif’e yakıştırdığım bu sıfatı anlayamazlar. Dervişlik, temelinde dünyayı elinin tersiyle itmek, bir asa, bir çarık çile doldurmak. Gösteriş ve sükseden uzak durmak. Harama meyil etmemek, dosdoğru olmak. Bütün bu saydığım özelliklerin tümünü Âkif’in yaşamında görmek mümkündür. Hayatı boyunca fakru zaruret içinde yaşamış, bir Milletin İstiklâl Marşı’nı yazan şairi olarak bir mülkü bir evi olmadan, başkasının kendisine tahsis ettiği bir evde vefat etmiştir. Ne paraya ne kadına zaafı olmuştur. Bir derviş gibi kıt kanaat yaşamış, gönüllü sürgünlerde çile çekmiş, memleket hasretiyle yanıp tutuşmuştur. Ömrünün son demlerinde kendi içine inerek derinleşmiştir. Bütün bu saydıklarım onun derviş olarak tanımlaması için yeter de artar bile!
Üçüncüsü Kahramanlık… Biliyorsunuz Thomas Carlyle’ın meşhur bir eseri vardır, “Kahramanlar” diye. Bu kitabı okuyup da etkilenmeyen kimse yoktur. Carlyle kahramanlar adlı kitabında “Tarih büyük adamların biyografisidir, tarihi olaylar değil kahramanlar yapar” diye yazar. Ayrıca kitabına kahramanlar diye aldığı adamların tümü yazar ve sanatçılardır. Dante, Shakespeare, Luther, Rousseau vs. Carlyle’a göre kahraman kılıç sahibi değil, kalem sahibi olanlardır. Bu bağlamda Âkif’in hayatına baktığımızda; o hem Milli Mücadelenin içinde yer almış hem de şiir ve nesirleriyle destek vermiştir. Milli Mücadelenin kahramanlarından biridir O! Âkif’in bu üç hasleti üzerinde taşımadığını kim söyleyebilir? Bu üç güzel hasleti üzerinde taşıyan Âkif’e saygı duymayacağız da kime duyacağız?
TÜRK MİLLETİ ONU NE KADAR TANIYOR
-Türk milleti Mehmet Âkif Ersoy’u ne kadar tanıyor?
Türk milleti okumuyor, okumadığı için yalnız Âkif’i değil, kültür ve medeniyetin, büyük adamlarını dahi tanımıyor. Türk milleti Âkif’i en çok iki kıtalık İstiklâl Marşı ile tanıyor. Burada bir noktanın altını çizmek istiyorum. Türk milleti Âkif’i gerçek anlamda tanımıyor ancak hiçbir şair ve yazara nasip olmayacak derece onu seviyor. Bu nasıl bir his tanımlamak mümkün değil. “Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecek” diyen şair, nasıl oluyor da bir milletin gönlüne böylesine girebiliyor, anlamak mümkün değil. Diyebilirim ki, milleti tarafından Âkif kadar sevilen ikinci bir şair yoktur. Türk milletinin ona olan sevgisi üzerinde ayrıca durulmalıdır.
Yazar Mehmet Kurtoğlu, Akif’in yaşadığı dönemde çok zorluklar çektiğini söyledi.
AKİF, HAK ETTİĞİ DEĞERİ GÖRMEDİ
-Âkif hak ettiği değeri buldu mu?
Âkif yaşadığı dönemde çevresindeki çok az dostu hariç hak ettiği değeri görmedi. Bildiğiniz gibi rahat da bırakılmadı. Gönüllü sürgüne çıkmak zorunda kaldı. Yakın tarihe kadar Âkif’in şiirlerini ve fikirlerini canlı tutan birkaç inanmış, idealist ve milliyetçi kişiler olmuştur. Cumhuriyetin kurucu iradesinin Âkif ile arası hiçbir zaman hoş olmamıştır. Cemil Meriç’in deyişiyle “Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı” bir devirde Âkif, korkmadan, inandığı dava uğruna haykırmıştır. Bu yüzden onu unutturmak, görmezden gelmek, Tanpınar’ın deyişiyle “sükut suikastine uğratmak” istemişlerdir. Bütün bunlara inat Âkif’i yazdıkları hacmi küçük ancak içeriği büyük eserleriyle Nurettin Topçu, Sezai Karakoç ve yakın zamanda D. Mehmet Doğan canlı tutmuşlardır.
Kabul etmeliyiz ki son yirmi yıldır devlet Âkif ile barışmıştır. Âkif’e hak ettiği yeri vermiştir. İstiklâl Marşı’nın kabul yıldönümlerinin resmiyet kazanması, İstiklâl Marşı’nın 100. Yılının başta TBMM olmak üzere kurum ve kuruluşlarca kutlanması oldukça anlamlıdır. Ounun sahiplenilmesi, Âkif’in hak ettiği değeri geç de olsa bulduğunu gösterir.
İstiklal Marşı'nın şairi Mehmet Akif Ersoy'un Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde çocukluğunda bir dönem ailesiyle oturduğu ve 2016'da yeniden yaptırılarak müzeye dönüştürülen ev, 3 yılda yaklaşık 55 bin kişi tarafından ziyaret edildi.
YILLARCA AKİF’İ UNUTTURDULAR!
-Sistemin yok saydığı Âkif’i kimler tanınır yaptı? Ne tür mücadeleler verdiler ve ne kadar başarılı oldular?
-Bu ülkede Âkif yıllarca unutulmaya terk edilmiştir. Vefat ettiğinde cenazesini devlet değil millet sahiplenmiştir. Devletin görmezden geldiği, halkın ise bağrına bastığı Âkif’i milliyetçi ve muhafazakâr kesimin aydın ve yazarları bireysel olarak yazıları ve kitaplarıyla canlı tutmaya çalışmışlardır. Sağlığında Süleyman Nazif yazmış, vefatından sonra ise Mithat Cemal, Eşref Edip, M. Emin Erişilgil, Hasan Basri Çantay gibi kendisini yakından tanıyanlar hayatını ve hatıratını kaleme almışlardır. Daha sonra özellikle Nurettin Topçu ile Sezai Karakoç’un Âkif’in düşünce ve sanatını derinlemesine ele alan iki önemli eserini görüyoruz. Ancak 1978’de D. Mehmet Doğan’ın öncülüğünde ve TYB’nin şemsiyesi altında Âkif’in İstiklâl Marşı’nı yazdığı Tacettin Veli Dergâhı önünde anma toplantıları yapılmaya başlanmış, o günden bu güne Âkif aralıksız her yıl anılmıştır. Bir sivil inisiyatif olarak başlayan bu anma toplantılarının sonucunda Âkif ve Taceddin Dergâhı’ndaki Mehmet Âkif Evi’ne devlet erkânının dikkati çekilmiştir. Daha sonra Mehmet Akif Evi müze olarak halka açılmış, Âkif’in doğum, ölüm yıldönümleri ve İstiklâl Marşı’nın kabulü günleri, törenleri burada yapılmaya başlanmıştır. Bütün bunların arkasında D. Mehmet Doğan’ın mücadelesi ve TYB’nin faaliyetlerini kimse göz ardı edemez. Bu yılın İstiklâl Marşı Yılı olarak kutlanmasında dahi Türkiye Yazarlar Birliği’nin (TYB) girişimleri etkili olmuştur.
Yazar Kurtoğlu, Akif’in hayatı boyunca yokluk içinde yaşadığını, parayla ve kadınlarla işi olmadığını belirtti.
DEVLET AĞIR İŞLEYEN BİR MEKANİZMADIR
-Âkif ve İstiklâl Marşı anmaları daha kapsayıcı ve kitlelere ulaşan faaliyetlerle anılamıyor. Bu kutlama ve anmalar bürokrasiye, protokol kurallarına mı kurban mı ediliyor?
-Devlet dediğimiz mekanizma ağır işleyen bir mekanizmadır. Değil kültürel ve sosyal etkinliklerde, hukuki alanlarda dahi ağır işler ancak yapması gerekeni yapar. Âkif ile ilgili resmi kutlamaları ben devletin bu ağır işleyişine bağlıyorum. Tabi burada bürokrasinin cahilliği ve ihmalkârlığını da unutmamak gerekir.