AHMET KEKEÇ, TAŞGETİRENİ BİTİRDİ

Milli Mücadeleci Ahmet Taşgetiren'in haysiyet cellatlarına karşı savaş verirken, kendi patronuna her türlü aşağılık hakaretleri savuran Selvi'ye tek söz söylememişti. Ahmet Kekeç bugünkü yazısında Taşgetiren'in 'rakik' yöntemini günyüzüne çıkararak kelimenin tam anlamıyle 'bitirdi'.

İŞTE O KÖŞE YAZISI

MHP lideri Devlet Bahçeli'nin Abdülkadir Selvi hakkında sarf ettiği biçimsiz söz, kötü gazeteci cümlesiyle söylersek, "gündeme bomba gibi düştü..."

Önce Selvi'nin tepkisini okuduk.

Mahkemeye gideceğini, Devlet Bey'le yargı önünde hesaplaşacağını söylüyor.

Hakkıdır.

Ben de olsam öyle yapardım. Hakkımı mahkemede arardım. Kalemimle üstesinden gelemeyeceğimi düşünüyorsam, dava açar, muhataplarımı daha ölçülü olmaya zorlardım.

Hayır, o "biçimsiz söz"ü ve o sözün ne anlama geldiğini tekrarlamayacağım.

Bunu tekrarlamak da, en az o "biçimsiz söz"ün çağrıştırdıkları kadar nahoş. Meraklısı, gazetemiz yazarlarından Ahmet Taşgetiren'in dünkü yazısına bakabilir. Ahmet ağabeyimiz, orada, o biçimsiz sözün ne anlama geldiğini (ve niçin nahoş sayılması gerektiğini) anlatıyor.

Selvi, tepki yazısında, ayrıca, "şehit olmuş dedeleri"yle ilgili detaylar sundu.

Herhalde o biçimsiz söz ve çağrıştırdıkları karşısında kendisini bazı şeyleri "ispatla yükümlü" saydı.

Buna lüzum olduğunu düşünmüyorum ama ortada "incinmiş" rakik bir kalp var. Telaşını (refleksini) doğal (ve insani bir hal) olarak görmeliyiz.

Girişte, "gündeme bomba gibi düştü" ifadesini kullanmıştım.

O biçimsiz söz gündeme bomba gibi düştü, çünkü birçok kalem, birçok sosyal medya kullanıcısı, Selvi'ye destek çıkan, Bahçeli'yi kınayan açıklamalar yaptılar, yazılar yazdılar...

Gazetemiz yazarlarından Ahmet Taşgetiren de, hoş bir yazıyla Selvi'ye desteklerini sundu. İtiraz edecekler için de, peşinen şu açıklamayı yaptı: "Belki de içinizden geçiyordur: Abdülkadir Selvi senin neyin olur ki, ona böylesine sahip çıkıyorsun? Cevabı çok kısa: 'İnsan kardeşim' olur sadece. Ve tepkim 'haysiyet cellatlığı'nı, 'bel altı vuruşlar'ı hiç kimse için olağan kabul etmemekle ilgili..."

En az Selvi kadar rakik bir kalp olan Ahmet ağabeyimizin gösterdiği hassasiyeti, "doğru" ve "olması gereken" bir tavır olarak görüyorum.

Keşke hepimiz, her konuda aynı hassasiyeti göstersek, gösterebilsek. Haysiyet cellatlarının saldırısına uğrayan, bel altı vuruşlara muhatap olan bütün "insan kardeşlerimize" gereğince sahip çıkabilsek.

Bir "haysiyet celladı", bundan bir süre önce, çalıştığımız medya grubunun patronu Ethem Sancak'la ilgili, biçimsiz ve terbiyesizce ithamlarda bulundu. Sancak'ın davayı satacağını, ilk fırsatta bırakıp kaçacağını yazdı.

"Niye böyle yapıyorsun, yakışıyor mu sana bel altı vuruş?" diyenlere de, "Ben kendimi Hazreti Ömer'in kılıcı gibi görüyorum, kılıcımla düzeltiyorum" anlamına gelebilecek bol "şarlamalı" bir cevap verdi.

Bu haysiyet celladının ismi Abdülkadir Selvi'ydi.

Ethem Sancak davayı satmadı, kılıçla düzeltilecek faullü bir davranışta bulunmadı ama bırakıp kaçan Abdülkadir Selvi'nin kendisi oldu. Öyle bir kaçtı ki, arkasına bile bakmadı...

Şimdi bol sıfırlı maaşla çalıştığı Hürriyet gazetesinde "davayı sattı" dedirtecek düşüklükte yazılar yazıyor ve yüzü hiç kızarmıyor. Kimse de çıkıp, "Ethem Sancak da benim insan kardeşim olur, üstelik davayı satmadı, bırakıp kaçmadı, bu sözler Abdülkadir Selvi'ye yakışmadı" demedi, demiyor.

Haysiyet celladı Abdülkadir bununla kalmadı.

Hemen arkasından bu satırların yazarına sardırdı.

Önce, "nezahet"le yaklaşan bir yazıma "hakaret"le cevap verdi. Sonra da, yaptığı terbiyesizliği "şerefsizlikle" taçlandırarak, telif pazarlığı yapmak için Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın uçağına bindiğimi yazdı.

O tarihe kadar hiçbir geziye katılmamıştım oysa.

Bir kez bile uçağa binmemiştim.

Hiçbir siyasiyle, hiçbir "özel toplantı"da bir araya gelmemiştim.

Bu terbiyesizliği yüzüne vurduğum ve kendisini ispata davet ettiğim halde, "haysiyet celladı" Abdülkadir hiçbir şey olmamış gibi sırıtmaya ve "ağlak" televizyon konuşmaları yapmaya devam etti.

Hayır, "Neden bir insan kardeşim çıkıp beni savunmadı?" demiyorum. Elimde kalemim var. Kendimi savunacak pozisyondayım çok şükür. Kaldı ki, iki gazeteci arasındaki tartışmaya bir "üçüncü kişi"nin dahil olması beklenmemeli. Ben beklemem.

Şunu demeye çalışıyorum:

Kendisine yönelik sözler karşısında incinen/incinme hakkını kullanan, bir "dayanışma çemberi"ne alınacak kadar talihli, başkalarını incitmekten çekinmeyen "rakik kalp" Abdülkadir de sütten çıkma ak kaşık değildir.

Çirkin ve pespaye bir insandır!

Savunun ama bu gerçeği de bilin!