İşte Diyanet İşleri Başkanlık Müşaviri Ahmet Belada'nın "Taha Akyol'a Ne Oldu?" başlıklı o yazısı:
TAHA AKYOL’A NE OLDU?
Sağduyu sahibi olarak bildiğim Taha Akyol’u, lise yıllarımdan bu yana tanırım. Birçok kitabını okudum. Ancak açıkça ifade etmeliyim ki Akyol’un son yıllardaki yazıları, kitapları mehabetine halel getirmiştir.
Maalesef itidal sahibi olarak bildiğim Taha Akyol, son yıllarda objektiflikten ziyade hedef gösterici yazı ve beyanlarda bulunmaktadır. Üzülerek ifade etmeliyim ki, birleştiricilikten ziyade ayrıştırıcı tavır takınmaktadır.
Son zamanlarda hizmetleriyle Türkiye’nin olduğu kadar dünya Müslümanlarının dahi hayranlığını celbeden, ülkemizin en mümtaz kurumlarından Diyaneti hedef alan yazısıyla Diyanet mensuplarını üzmüştür.
İyi bilinmelidir ki, bu yazısıyla Diyanet'ten ziyade kendini tahfif etmiştir.
Elbette Diyanet İşleri Başkanlığının yöneticileri her türlü eleştiriyi ve öneriyi bir imkân ve fırsat olarak görmektedir. Ancak Taha Akyol’un yazısı yukarda zikrettiğim anlayışıyla bağdaşamamaktadır. Doğru bilgi, eleştirel yaklaşım ve tutarlılıktan tamamen uzak görünmektedir. Söz konusu ettiği hususların tamamı yalan, yanlış ve eksik bilgilere dayanmaktadır.
Her şeye rağmen Taha Akyol’un, 14 Eylül 2021’de bir gazetede “Diyanet ve Siyaset” başlıklı kendince eleştirel olarak kaleme aldığı asılsız köşe yazısının doğrularını yazacağım.
Taha Akyol yazısında; “Diyanetin son zamanlarda siyasi tartışmalar içinde fazlaca yer aldığını” söylüyor. Ama bunu ispat edecek Diyanet İşleri Başkanının nerede, ne zaman siyasi bir konuşma yaptığına veya siyasi bir faaliyetin içinde olduğuna dair hiçbir örnek göstermiyor. Sadece, Diyanet aleyhine yürütülen algı operasyonlarından dökülen cümlelere hakikat muamelesi yapıyor. Diyanet mensuplarının Dini-toplumsal meseleler bağlamında İslam’ın hakikatlerine yönelik konuşmalarını “siyaset yapma” olarak anlıyorsa, Diyanet mensuplarının hiç konuşmamasını veya sadece kendisinin belirlediği konularda konuşmasını mı istiyor? Bizzat Diyanet İşleri Başkanının onlarca konuşmasında ve Başkanlığın kamuoyuna deklare ettiği yazılı metinlerde Diyanet İşleri Başkanlığının siyasetin dışında bir kurum olduğu defaatle ifade edilmesine rağmen duymak istemiyor. Şayet Diyanet İşleri Başkanının, Cumhurbaşkanı ile aynı programlara katılmasını siyasi buluyorsa, Diyanetin Cumhurbaşkanlığına bağlı bir kurum olduğunu bilmiyor mu? Söz konusu programların sayın Cumhurbaşkanının bir devlet başkanı olarak katıldığı ve Diyanet İşleri Başkanının da tamamen dua vb gibi hususlarda görev aldığını ayırt edemiyor mu? Özellikle bazı açılışlarda dua yapılmasını kast ediyorsa, dua yapmanın siyasi bir faaliyet olduğunu neye göre söylüyor? Diğer yandan sanki sadece söz konusu açılışlara katılan ve dua yapan şimdiki Diyanet İşleri Başkanıymış gibi bir algı oluşturuyor, oysa önceki Diyanet İşleri başkanları da doğal olarak bu tür etkinliklere katılmışlardır. Bunları yok sayarak özel bir amaç ve niyetle mi mevcut Diyanet İşleri Başkanını karalamaya çalışıyor.
Taha Akyol, “iktidar TOKİ’nin Sosyal Konut Projesi’ni pazarlamak istiyordu” diyor. Bunu neye göre söylüyor. Din İşleri Yüksek Kurulu'nun saygın mensuplarını itham ediyor. Zorba zihniyetlerin yönteminden aşina olduğumuz gibi niyet okuyor ve yargısız infaz yapıyor. Bu kadar büyük bir yalanı masum ve kesin bir bilgi gibi yazıyor.
Taha Akyol, “14 Ocak 2020 tarihinde Diyanet “devletin amacı faiz geliri elde etmek değil” diyerek bunun için kamu bankalarından faizli kredi almanın “caiz” olduğuna dair fetva yayınladı.” diyor. 10 yıl önceki fetvayı yeni verilmiş gibi sunuyor. Oysa söz konusu ettiği metin TOKİ satışlarının başladığı tarihten beri ilgili sorulara verilen cevaptır. Yeni değildir. Şu kadar var ki Taha Akyol, ilgili fetvanın tarihine bakmadan Diyanet İşleri Başkanını yaftaladığı gibi, fetvanın tam içeriğine ve bütününe de bakma ihtiyacı da hissetmeden çarpıtmayı tercih ediyor.
Taha Akyol, salgın döneminde Cuma namazı kısıtlamasına gitmek zorunda olduğumuz zor süreçte, ülkemizde temsilen bir yerde Cuma kılınması kararı alındığında “neden bu cumanın Beştepe’deki Millet Camisi’nde kılındığını” soruyor ve belli ki bu durumdan farklı sonuçlar çıkarıyor. Millet Camii ülkemizdeki camilerden biridir ve bilhassa izdihama sebep olma riskine karşı ve salgın tedbirlerini ihlal etmeme açısından uygun bir konumdadır. Yoksa kendisi, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi içinde bulunan camiyi siyasi mekân mı zannediyor.
Taha Akyol, “Diyanet “Zekatların bu günlerde ulusal düzeyde başlatılan dayanışma kampanyaları vasıtasıyla toplanıp hak sahiplerine ulaştırılması caizdir” diyerek adresi belli bir fetva yayınladı” diyor. Zekâtın doğrudan ihtiyaç sahiplerine veya teşkilatlar eliyle toplanıp ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması asr-ı saadetten beri bilinen ve uygulanan bir durumdur. Ayrıca eleştirdiği “ulusal düzeyde dayanışma” ifadesi zekâtı değil, milletimizin söz konusu dönemdeki duyarlılığını ifade etmektedir. Haddizatında zekât toplumsal yönü itibariyle bir dayanışma müessesesi değil midir? Bunu anlamamayı tercih etmesi ve bu kadar açık ve basit bir mevzuyu, Diyanet mensuplarını karalamaya malzeme yapması hayret vericidir.
Taha Akyol, defalarca açıklanmasına rağmen bir hasta ziyaretini açık bir ideolojik tavır olarak nitelemektedir. Niyet okuma ve yaftalama kolaycılığı bir yana acaba kendisi insani sebepler ve duygularla ziyaret ettiği kimselerin ideolojik dünyasına dahil mi olmaktadır?
Taha Akyol, Yargıtay binasının açılmasında dua okunmasını adaletin sorunlarının örtülmesi amacına matuf olduğunu söylemektedir. Bu sonuca nasıl ulaşmıştır? Bu yaklaşım trajik bir akıl tutulmasıdır. Söz konusu ettiği kısa duada, Allah’ın adalet emrine dair 3 ayet geçmektedir. Kendisi bunu anlayamayacak halde midir? Ya da teklif ettiği şey, sorunların olduğu hiçbir yerde dua yapmamak mıdır?
Taha Akyol, “kamu ahlakını ve kul hakkı kavramını unutmaya bir din kurumunun ve dindar insanların hakkı yoktur!” diyor. Kendisi bir din kurumuna iftira atma ve onun mensuplarını aşağılama hakkını nerden buluyor. Diyanet İşleri Başkanlığının kul ve kamu hakkı ile ilgili bir şey söylemediğini hangi araştırmaya göre söylüyor? Oysa Diyanet İşleri Başkanlığı; son dört yılda kul ve kamu hakkı bağlamında tam 18 Cuma hutbesi okutmuştur. Belli ki hutbeleri dikkatli dinlemiyor. Ancak söz konusu hutbelere Başkanlığımız internet sitesinden veya herhangi bir internet arama motorundan kolayca ulaşma imkânı varken o, yalan bilgi paylaşmayı tercih ediyor. Ayrıca son dört yılda ülkemizin camilerinde sadece kul hakkı konusunda 21.813, kamu hakkı konusunda 6.865, insan hakları konusunda 21.022 vaaz programı gerçekleştirilmiştir. Ancak kendisi araştırma ve öğrenme yerine iftirayı önceliyor.
Taha Akyol, “Diyanet, sosyal medyada “hukukun yetersiz kaldığı” yerlerde fıkhın devreye sokulmasını istiyor!” diyor. Bu kadar tuhaf bir iftirayı kurgulamak için epey çaba sarfetmiş olsa gerek. Diyanet İşleri Başkanlığının böylesi bir yaklaşımı ima etme noktasında bile asla tek bir cümlesi ya da tavrı olmamıştır. Zaten kendisi de örnek verme sorumluluğuna girmeden çamur atma yöntemini kullanmaktadır.
Taha Akyol, “eski çağların sosyal şartlarında oluşan içtihatların din zannedildiğini” söylüyor. Diyanet İşleri Başkanının pek çok platformda fıkıh ve hayat ilişkisine dair konuşmalarını görmezden gelerek yargısız infaz yapıyor. Örneğin; 11 Mayıs 2018 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen 8. Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı Açılış konuşmasında Diyanet İşleri Başkanının “Elbette her fetvanın zaman ve mekân bağlamı, döneminin imkanları, örf, adet ve sosyal dokusu ile güçlü bir ilişkisi, yani sosyolojik arka planı vardır. Buna göre, asırlar öncesine ait bir fetvayı, arka planını ve zamanın ruhunu nazar-ı itibara almaksızın aynı form ile olduğu gibi bugüne taşımak anlamsız ve imkansızdır. Buna mukabil, İslam’ın kadim müktesebatının neticesi olan fıkhın ilke ve yöntemlerini göz ardı ederek, egemen paradigmaların ve konjonktürel anlayışların etkisinde kalarak fetva vermek de hakikat adına ciddi bir savrulmadır. Dolayısıyla İslam’ın makasıdını, fıkhın müktesebatını, günümüzün gerçeklerini bir arada ele alan dengeli ve tutarlı yaklaşımla hareket etmek gerekmektedir.” sözleri ve bu bağlamda pek çok konuşmayı yok sayıyor.
Taha Akyol, “Diyanet'in fıkıh ve hayat bağlamında yayınları olmadığını” söylüyor. Başkanlığın iki bini aşkın yayın çeşidini sadece başlık olarak da olsa inceleme ihtiyacı duymadan aşağılamayı tercih ediyor.
Taha Akyol, Ali Erbaş Başkanlığında Diyanet, Erdoğan’a destek vererek, “bir nassın olmadığı konularda zamanın değişmesine bağlı olarak hükümlerin de değişebileceği malumdur” diye açıklama yapmıştır.” diyor. Kendisi söz konusu açıklamanın tamamını okudu mu bilmiyoruz ancak, Diyaneti karalama adına, eleştirdiği cümlenin temel bir hukuk metni olan mecellenin çok bilinen kaidelerinden biri olduğunu dikkate almıyor.
Taha Akyol, “Diyanet'in geçmiş çağların içtihatlarını içeren fıkhın sosyal medyaya uygulanmasını istediğini” iddia ediyor. Ya duyumlarla kocaman bir teşkilatı itham ediyor, ya da bilerek bir kesimi engizisyona tabi tutuyor. Diyanet İşleri Başkanı bir süre önce online olarak gerçekleştirilen “İslam Ahlakı” konulu bir saate yakın süren bir konferansında, ahlaki ilkeler bağlamında, sosyal medyanın da bir ahlakı ve hukuku olması gerektiğini ifade etmiştir. Yalan, iftira ve hakaret içerikli paylaşımların güzel ahlakı aşındırdığına vurgu yapmıştır. Hayatın herhangi bir alanı için ahlakın ve hukukun önemini ifade etmek hangi açıdan kötü bir şeydir? Buradan yasakçı ve skolastik yaklaşım çıkarmak nasıl bir aklın ve muhakemenin ürünüdür?
Taha Akyol, 44 cilt İslam ansiklopedisini çıkaran Diyanet’in, ansiklopedinin ikinci edisyonunu tamamlamak için onlarca genç ilim adamıyla nasıl çalıştığından, yabancı dillere çeviri çalışmalarından, 111 ülkeden 15.000 kadar öğrenciyi nasıl okuttuğundan, 2021 yılında 29 Mayıs eğitim kurumları ismi altında ana okulundan liseye okullar açtığından, 29 Mayıs Üniversitesi’ne Hukuk Fakültesi dahil yeni bölümler açtığından, 29 Mayıs İlahiyat Fakültesi’nin 106 İlahiyat fakültesi başarı sıralamasında birinci sıraya yerleştiğinden, İlahiyat Akademi programlarıyla tüm illerde İlahiyat öğrencilerine TDV eğitim müdürlüğü bünyesinde 4 yıllık ek programlar yürüttüğünden, İSAM’da araştırmacı yetiştirme projesi ile araştırmacılar yetiştirildiğinden, son dört yılda Diyanet yayınları ve TDV yayınlarının yayın çeşidi sayısını 1600’lerden 2000’lere çıkarmasından, TRT Diyanet’i müstakil hale getirerek tamamen kendi gücüyle yönettiği Diyanet TV’ye dönüştürmesinden, Dini Yüksek İhtisas merkezlerini (Haseki) 12’ye, hizmetiçi eğitim merkezlerinin sayısını 20’ye çıkardığından, Ramazan ve Kurban vesilesiyle 149 ülkede yaptığı etkinliklerle milyonlarca insana bayrağımızın, cömertliğimizin, milletimizin tanıtımını yaptığından, aile, gençlik, manevi rehberlik hizmetlerinden, yurtdışı faaliyetlerinden vs ya bîhaberdir ya da Diyaneti önemsizleştirme adına bilinçli şekilde görmek istememektedir. Oysa Taha Akyol, 15 Nisan 2018’de İstanbul Ertuğrul Tekkesinde Diyanet İşleri Başkanlığının ülkemizin aydınlarıyla periyodik olarak gerçekleştirdiği ve hizmetlerin istişare edildiği, teklif ve tenkitlerin müzakere edildiği münevverler toplantılarından birine davet edilmiş, toplantıya katılmıştı. Diyanetten övgüyle bahsederek daha iyi işler yapması için görüş beyanında bulunmuştu.
Taha Akyol, Diyanet'in açıklamaları, yayınları, hizmetleri konusunda öğrenmek istediği her bilgiye bir telefon, mail ya da mesajla çok kısa sürede ulaşabilme veya Başkanlığın web sayfalarından öğrenebilme imkanına sahipken, gelişigüzel bilgilerle yalan ve iftiralarla büyük bir teşkilatın başkanını ve mensuplarını rencide etmeyi tercih ediyor.
Üzgünüz. Zira yazarlık mesleğiyle yalnızca hakikate bağlı olması, vicdani duyarlılık taşıması beklenen Taha Akyol, ihtirasların, saplantıların, önyargıların kuşatması altında ne hale gelmiş.