Dinimizin direği olan namaz için okunması şart koşulan sureler, Kur'an'da yer alıyor. Bunlardan biri olan Ahkaf suresinin iniş (Nüzul) sebebi merak ediliyor. Bu haberimizde, Ahkaf Suresi iniş (Nüzul) sebebi nedir? sorusunun cevabını bulacaksınız.
Mekke'de ve Câsiye Sûresinden sonra nazil olmuştur. İbn Abbâs ve Katâde'den "De ki: Şayet o Allah katından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz, îsrail oğullarından birisi de bunun böyle olduğuna şehadet edip inandığı halde..." (âyet: 10) âyetinin, Mukâtil'den de "Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret..." (âyet: 35) âyetinin medenî olduğu rivayet edilmiştir "Biz, insana anne ve babasına ihsanda bulunmasını emrettik..." (âyet: 15) âyetinin de medenî olduğu söylenmiştir.[1]
9. De ki: "Ben, peygamberlerden bir ilk değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım. Sa'lebî'nin Ebu Salih'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre Rasûlullah (sa)'ın ashabı üzerindeki müşriklerin baskısı, eziyeti ve işkencesi iyice şiddetlendiği bir dönemde Rasûlullah (sa) rüyasında hurmalık, ağaçlık ve sulak bir yere hicret ettiğini görür ve bu rüyasını ashabına anlatır. Onlar da bunu müşriklerin eziyetlerinden kurtulacakları bir açıklık ve ferahlık olarak görür ve sevinirler. Ama bir süre geçip de hicret tahakkuk etmeyince gelip: "Ey Allah'ın elçisi, rüyanda gördüğün yere ne zaman hicret edeceğiz?" diye sordular. Hz. Peygamber (sa) bu hususta kendisine bir emir gelmediği için sustu, cevap vermedi de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[2]
10. De ki: "Şayet o Allah katından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz, İsrail Oğullarından birisi de bunun böyle olduğuna dair şehadet edip inandığı halde siz yine de büyüklük taslamış (ve inkâr etmişseniz) zulmetmiş olmaz mısınız? " Muhakkak ki Allah, zalimler güruhunu hidayete erdirmez. Ayet-i kerimede zikri geçen "İsrail oğullarından bir şahid" cumhur, İbn Abbâs, el-Hasen, Mücâhid, Katâde, İbn .Şîrîn, Dahhâk ve İbn Sa'd ile İbn Asâkir'in kendisinden rivayetlerinde İkrime kavlinde Abdullah ibn Selâm'dır ve âyet-i kerime onun hakkında nazil olmuştur. Ayet-i kerimenin Mekke-i Mükerreme'de nazil olduğunu düşünenlere göre Kur'ân-ı Kerim'in istikbale matuf ğayb haberlerinden biri olması akla gelmelidir. Ancak her ne kadar aksini söyleyenler varsa da-ki birazdan gelecektir- cumhur, mekkî olan bu sûre-i celiledeki bu âyet-i kerimenin medeni olduğu görüşündedir. Şimdi bu husustaki rivayetlere bir göz atalım: Ali ibn Saîd el-Kindî kanalıyla Abdullah ibn Selâm'ın kardeşi oğlundan rivayete göre bazı kimselerin Hz. Osman'ın katline kalkıştığı sıra Abdullah ibn Selâm ona gelmiş. Hz. Osman ona: "Seni getiren nedir, niçin geldin?" diye sormuş. Abdullah ibn Selâm: "Sana yardım etmek için geldim." demiş. Hz. Osman: "İnsanlara çık ve onları benden uzaklaştır. Senin dışarı çıkıp bunu yapman burada kalıp bana yardım etmenden daha hayırlıdır." demiş. Bunun üzerine Abdullah dışarı çıkmış ve şöyle konuşmuş: "Ey insanlar, câhiliye devrinde benim adım şöyle şöyle idi, Rasûlullah (sa) bana Abdullah adını verdi. Benim hakkımda Allah'ın kitabından âyetler indi. "İsrail Oğullarından birisi de bunun böyle olduğuna dair şehadet edip inandığı halde..." âyet-i kerimesi benim hakkımda indi. "De ki: Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter ve bunu, kendisinde kitabın ilmi bulunan da bilir." (Ra'd, 13/43) âyet-i kerimesi de benim hakkımda indi. Hiç şüphesiz Allah'ın sizden kınına konulmuş bir kılıcı vardır ve melekler, Peygamberinizin indiği şu yurdunuzda size komşular idiler. Şu adam -Hz. Osman'ı kastediyor- hakkında size Allah'ı hatırlatırım, bu hususta Allah'tan korkun. Vallahi, şayet onu öldürürseniz komşularınız olan melekleri kovmuş ve kıyamete kadar bir daha kınına girmemek üzere sizden alıkonulup kınına konulmuş olan Allah'ın kılıcını istemiş olursunuz." Fakat onlar (Hz. Osman'ı öldürmeye kastetmiş olanlar): "Şu yahudiyi de öldürün, Osman'ı da öldürün." demişler.[3] Muhammed ibn Sa'd kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Kitab ehlinden bir adam Hz. Muhammed'e iman etmiş ve "Biz onu Tevrat'ta buluyoruz. demişti. Bu iman eden kişi onların en faziletlisi ve Kitabı en iyi bilenleriydi. Yahudiler, Hz. Peygamberle tartıştıklarında: "Sizinle benim aramda Abdullah ibn Selâm'ın hükmetmesine razı olur ve iman eder misiniz?" buyurmuş, onlar da evet demişlerdi. Allah'ın Rasûlü (sa), Abdullah ibn Selâm'a gelmesi için haber gönderdi de o gelince: "Benim, Tevrat ve İncil'de yazılı olan Allah'ın Rasûlü olduğuma şehadet eder misin?" diye sormuş; onun evet cevabı üzerine yahudiler yüz çevirip giderken Abdullah ibn Selâm müslüman olmuştu. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "İsrail Oğullarından birisi de bunun böyle olduğuna dair şehadet edip inandığı halde siz yine de büyüklük taslamış ve inkâr etmişseniz..." âyet-i kerimesini indirmiştir.[4] Muhammed ibn Beşşâr kanalıyla Hasen'den bu hususta rivayet edilen haber biraz daha farklı; o şöyle anlatıyor: Abdullah ibn Selâm müslüman olmak istediğinde "Ey Allah'ın elçisi, yahudiler bilirler ki ben onların âlimlerindenim. Babam da onların âlimlerindendi. Ben şehadet ederim ki sen, Allah'ın elçisisin ve yahudiler seni, Tevrat'ta yazılı olarak bulmaktadırlar." demiş ve isimlerini saydığı bazı yahudilere haber gönderip çağırtmasını, kendisini de evin bir yerine saklamasını ve kendisiyle babasını onlara sormasını, onların, "Kendisinin ve babasının en bilgilileri olduğunu" söyleyeceklerini, işte o zaman kendisinin de saklandığı yerden çıkarak "Ben, senin Allah'ın elçisi olduğuna, onların seni yanlarındaki Tevrat'ta yazılı olarak bulmakta olduklarına, senin hidayetle ve hak din ile gönderildiğine" şehadet edeceğini söylemiş. Rasûlullah (sa), onun söylediğini kabul ederek kendisini bir yere saklamış ve yahudilere haber göndererek gelmelerini istemiş. Yahudiler yanına girince onlara: "Abdullah ibn Selâm sizin içinizdeki yeri nedir?" diye sormuş. Onlar: "Kendisi de babası da en bilgili olanımızdır." demişler. Hz. Peygamber (sa): "Ne dersiniz, o müslüman olursa siz de müslüman olur musunuz?" diye sormuş, üç kere: "Hayır, o asla müslüman olmaz." demişler. Hz. Peygamber (sa) de onu çağırmış, o da saklandığı yerden çıkıp: "Ben şehadet ederim ki sen Allah'ın Rasûlü'sün ve bunlar, seni, yanlarındaki Tevrat'ta yazılı olarak bulmaktalar ve sen, hidayetle ve hak din ile gönderildin." demiş. Yahudiler: "Ey Abdullah ibn Selâm, biz, senin böyle yapacağını sanmazdık." demiş ve kâfirler olarak çıkıp gitmişler. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[5] Ebu Şurahbîl el-Hımsî kanalıyla Avf ibn Mâlik el-Eşca'î'den rivayette o şöyle anlatıyor: Ben ve Hz. Peygamber (sa), birlikte gidip bir bayram günlerinde yahudilerin havrasına girdik. Bizim, yanlarına girmemizden hoşlanmadılar. Rasûlullah (sa) onlara: "Ey Yahudiler topluluğu, bana "Allah'ın yegâne ilâh ve Muhammed'in de O'nun elçisi olduğuna" şehadet edecek ve bununla Allah'ın, yeryüzündeki herbir yahudi aleyhine koymuş olduğu gazabı kaldıracağı on iki kişi gösterin." buyurdu. Sustular, onlardan hiç kimse bir cevap vermedi. Hz. Peygamber isteğini üç kere tekrarladı, yine kimse cevap vermedi. Biz tam ayrılıp çıkacakken bir adam arkamızdan seslendi: "Ey Muhammed, sen söylediğin gibisin." dedi, kalktı ve: "Ey Yahudiler topluluğu, beni aranızda nasıl bilirsiniz?" dedi. Vallahi içimizde kitabı senden, babandan ve dedenden daha iyi bilen kimse yoktur." dediler. O kişi: "Ben şehadet ederim ki o, Tevrat ve İncil'de bulmakta olduğunuz Peygamber'dir." dedi. Bunun üzerine ona: "Yalan söyledin." diyerek söyledikleri güzel şeylerden vazgeçerek onun hakkında kötü şeyler söylediler. Hz. Peygamber: "İşte şimdi yalan söylediniz. Bu söylediğiniz kötü sözlere gelince; onları elbette kabul edecek değiliz. Biraz önce onu övenler sizler değil misiniz? İman edince de döndünüz böyle konuşuyorsunuz." buyurdu ve iki kişi olarak geldiğimiz yahudi havrasından üç kişi olarak çıktık: Ben, Rasûlullah ve Abdullah ibn Selâm. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[6] Mesrûk ve Şa'bî âyet-i kerimenin Mekke'de nazil olduğunu,' halbuki Abdullah ibn Selâm'in müslüman olmasının Medine-i Münevvere'de vukubulduğunu, binaenaleyh âyet-i kerimenin Abdullah ibn Selâm hakkında nazil olmadığını söylemişlerdir. Bunun yanında Mâlik'in Ebu'n-Nadr'dan, onun Amir ibn Sa'd'dan onun da babasından naklettikleri bir haberde o şöyle demiştir: Rasûlullah (sa)'ın, Abdullah ibn Selâm dışında yeryüzünde yürüyen hiç kimse hakkında: "O cennet ehlindendir." dediğini duymadım. "Şayet o Allah katından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz, İsrail Oğullarından birisi de bunun böyle olduğuna dair şehadet edip inandığı halde..." âyet-i kerimesi de onun hakkında nazil olmuştur.[7] Ancak Taberî, bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkkındaki rivayetleri verdikten sonra Mesrûk'un kavlini diğerlerine tercih etmiştir.[8]
11. O küfretmiş olanlar iman etmiş olanlar için: "Bu iş bir hayır olsaydı, onlar bunda bizi geçemezlerdi." dediler. Onlar bununla hidayete ermediklerinden "Bu eski bir uydurmadır. " diyeceklerdir. a) Katâde'den rivayete göre müşriklerden bazıları: "Biz aziz olanlarız, biz şöyle şöyleyiz. Eğer (Muhammed'in getirdiği şu din) bir hayır olsaydı filân filân kimseler bunda bizi geçemezlerdi." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[9] b) İbnu'l-Münzir'in Avn ibn Ebî Şeddâd'dan rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle diyor: Hz. Ömer'in Zenîn adında bir cariyesi vardı ve ondan önce müslüman olmuştu. Hz. Ömer bu cariyesini müslüman olduğu için yoruluncaya kadar döver ve "Yorulmamış olsam elbette daha fazla döverdim." derdi. Kureyş kâfirleri de buna bakarlar ve: "Şayet bu din bir hayır olsaydı Zenîn bunda bizi geçemezdi." derlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[10] c) Cüheyne, Müzeyne, Eşlem, Huzâ'a ve gıfâr kabileleri müslüman olduğunda Amir, Gatafân, EsedHanzala ve Eşca' kabileleri: "Şayet bu yeni din bir hayır olsaydı şu çobanlar bu dine girmede bizi geçemezlerdi. Çünkü biz onlardan daha aziz, daha güçlüyüz." demişler ve âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuş.[11] d) Urve ibnu'z-Zubeyr'den rivayete göre Zinnîre adındaki birisi müslüman olmuş ve müslüman olduktan sonra gözleri kör olmuştu. Müşrikler: "Onu Lât ve Uzzâ çarptı da kör oldu." dediler. Onların böyle konuşmaları üzerine Allah Tealâ Zinnîre'ye gözlerini geri verdi de bu sefer de: "Muhammed'in getirdiği bir hayır olsaydı Zinnîre bunda bizi geçemezdi." dediler ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[12].İbnu'l-Münzir'in Avn ibn Ebî Şeddâd'dan naklen verdiği haberde bu Zinnîre'nin Hz. Ömer'in cariyesi olduğu ayrıntısına yer verilmiştir.[13] e) Ebu Süleyman ed-Dimaşkî'nin zikrettiğine göre yahudiler müslümanlara: "Eğer Muhammed'in getirmiş olduğu din bir hayır olsaydı siz bunda bizi geçemezdiniz. Çünkü O'nun geleceğine dair bilgi sizde yoktu. Şayet hak olsaydı da biz o dine girerdik." dediler de âyet bunun üzerine nazil oldu.[14] Nüzul sebebinin müşrikler olduğu rivayetlerine göre âyet mekkî; yahudiler olduğunu söyleyen rivayetlere göre ise medenîdir. Sûre mekkî olduğuna ve sûredeki âyetlerden medenî olduğu rivayet edilenler arasında bu âyet bulunmadığına göre sebebin müşrikler olduğu rivayetleri tercih edilmelidir.[15]
15. Biz insana anne ve babasına ihsan etmesini emrettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Hamileliği ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet erginlik çağına ulaşıp kırk yaşına varınca der ki: "Rabbım, bana, ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın sâlih amel işlememi bana ilham et. Bana verdiğin gibi, soyuma da salâh ver. Doğrusu ben Sana döndüm ve gerçekten ben müslümanlardanım. Atâ rivayetinde İbn Abbâs şöyle anlatıyor: Bu âyet-i kerime Hz. Ebu Bekr hakkında nazil olmuştur: O, Hz. Peygamber'le arkadaş olduğununda 18, Hz. Peygamber (sa) de 20 yaşında imişler. İkisi ticaret için Şam'a giderken yolda bir konak yerinde konaklamışlar. Hz. Peygamber, konak yerindeki bir sedir ağacının gölgesine otururken Ebu Bekr de o konak yerinde bulunan bir rahibe dini konularda sorular sormak üzere ayrılmış. Rahib, sedir ağacının altında oturmakta olan Hz. Peygamber (sa)'i işaret ederek: "O sedir ağacının altında oturan adam kim?" diye sormuş. Hz. Ebu Bekr: "O, Muhammed ibn Abdullah ibn Abdülmuttalib'dir." demiş. Rahib: "Allah'a yemin olsun ki o adam bir peygamberdir. Allah'ın peygamberi İsa'dan sonra o ağacın altında kimse oturmamış. O ağacın altına ancak Allah'ın bir peygamberi oturur." demiş ve bu söz Hz. Ebu Bekr'in zihninde yer ederek seferde ve hazarda Hz. Peygamber (sa)'den hiç ayrılmamış. Nihayet 40 yaşına girdiğinde O'na peygamberlik verilince Hz. Ebu bekr hemen iman etmiş, iman ettiğinde 38 yaşında imiş. 40 yaşına ulaştığında da "Rabbım, bana, ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın sâlih amel işlememi bana ilham et..." demiş.[16] Hz. Ebu Bekr'in babasının Mekke'nin fethinden sonra müslüman olduğu göz önüne getirilirse âyet-i kerimenin medenî olması gerekir ki böyle söyleyen de vardır.[17] Ebu Davud et-Tayâlisî'nin Mus'ab ibn Sa'd'den, onun da babası Sa'd'dan rivayetine göre Ümmü Sa'd, Sa'd'a: "Allah, ana-babaya itaati emretmiyor mu? Sen Allah'ı inkâr edinceye kadar yemiyeceğim, içmeyeceğim." deyip yemeyi ve içmeyi reddetti. O kadar direndi ki ağzını bir sopa ile açıp ağzına yiyecek içecek koymaya başladılar ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu[18] ki bu rivayet daha önce de geçmişti.[19]
17. Anne ve babasına: "Of sizden, benden önce nice nesiller gelip geçmişken beni tekrar diriltilmekle mi tehdit ediyordunuz? " diyen kimseye anne ve babası Allah'a sığınarak: "Yazıklar olsun sana, iman et. Muhakkak ki Allah 'in va 'di haktır. " dedikleri halde "Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir." der. İbn Ebî Hatim'in Süddî'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: "Anne ve babasına: "Of sizden, benden önce nice nesiller gelip geçmişken beni tekrar diriltilmekle mi tehdit ediyordunuz?" diyen kimse..." âyet-i kerimesi Abdurrahman ibn Ebî Bekr hakkında nazil oldu. Müslüman olmuş ve kendisine müslüman olmasını emreden anne babasına, daha önceden ölüp gitmiş Kureyş büyüklerini kastederek: "Filân, filân neredeler hani?" diyerek müslüman olmamakta direnip onların tekliflerini reddediyordu. Ancak Abdurrahman daha sonra güzel bir müslüman olmuş ve "Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır..." (En'âm, 6/132) âyet-i kerimesi ile tevbesinin kabulü bildirilmiştir.[20] İbn Kesîr, bu âyet-i kerimenin Hz. Ebu Bekr'in oğlu Abdurrahman hakkında nazil olduğuna dair rivayetlerin zayıf olduğunu; Abdurrahman ibn Ebî Bekr'in daha sonra müslüman olduğunu ve zamanının en hayırlılarından biri olduğunu söyledikten sonra bununla ilgili olarak Buhârî'nin Musa ibn İsmail kanalıyla Yusuf ibn Mâhek'den verdiği şu rivayeti zikreder: Muaviye'nin Hicaz valisi Mervan bir gün hutbede Muaviye'nin oğlu Yezîd'i zikredip Muaviye'den sonra ona biat etmelerini söylemişti. Ebu Bekr'in oğlu Abdurrahman kalktı ve bir şeyler söyledi. Bunun üzerine Mervan: "Yakalayın şunu." dedi, yakalamaya çalıştılarsa da kaçıp Hz. Aişe'nin evine sığındı. Mervan: "Muhakkak ki o, Allah Tealâ'nın, hakkında "Anne ve babasına of sizden, beni tekrar diriltilmekle mi tehdit ediyorsunuz?..." âyetini indirdiği kişidir." dedi. Hz. Aişe de perde arkasından: "Allah Tealâ, benim özrümü bildirdiği âyetler dışında bizim hakkımızda Kur'ân'dan hiçbir şey indirmemiştir." dedi.[21] Suyûtî, Hz. Aişe'nin, bu âyet-i kerimenin bir başkası hakkında nazil olduğunu ve o kişinin ismini söylediğini nakletmekte ise de hakkında nazil olan kişinin ismini zikretmemektedir. [22]
29. Hani Kur'ân dinlesinler diye sana cinlerden bir taife yöneltmiştik. Hazır olunca demişlerdi ki: "Susun. " Kur 'ân tamam olunca da her biri birer uyarıcı olarak kavimlerine dönmüşlerdi. 30. Ve demişlerdi ki: "Ey kavmimiz, doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilmiş olan ve kendinden öncekileri doğrultan, hakka ve doğru yola hidayet eden bir kitab dinledik. 31. Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisine uyun. O'na iman edin ki sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi elîm bir azâbdan kurtarsın. 32. Allah 'in davetçisine uymayan kimse bilsin ki yeryüzünde Allah 'ı âciz bırakamaz ve onun için Allah 'tan başka veliler de bulunmaz. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler." İmam Ahmed'in Affân kanalıyla Ebu Avâne'den, Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî'nin Delâilu'n-Nübüvve'sinde İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anlatmıştır: Allah'ın Rasûlü (sa), cinlere Kur'ân okumamış, onları görmemiştir. Rasûlullah (sa), ashabından bir grupla Ukâz panayırına doğru gitmişti. (Hz. Peygamber'in bi'setiyle) şeytanlarla gök haberleri arasına bir engel konulmuş, onların üzerlerine alevler gönderilmiş ve bunun üzerine şeytanlar kavimlerine dönmüşler, onların: "Ne oldu size?" deyince "Bizimle gök haberleri arasına engel konuldu ve üzerimize ateş alevleri gönderildi." demişler. Kavimleri: "Sizinle gök haberleri arasına engel olan mutlaka yeni meydana gelen bir olaydır. Yeryüzünün doğu ve batılarına gidin. Sizinle gök haberleri arasına engel olanın ne olduğuna bir bakın bakalım." demişler. Şeytanlar da yeryüzünün doğu ve batılarına dağılıp kendileriyle gök haberleri arasına engel olanı aramaya başlamışlar. Tihâme tarafına yönelerek giden şeytanlar, Ukâz panayırına gitmekte olan Rasûlullah (sa)'ı Nahle'de ashabına sabah namazını kıldırırken görmüş, Kur'ân'ı duyunca ona kulak kesilmişler ve: "Allah'a yemin olsun ki sizinle gök haberleri arasına giren budur." demişler, kavimlerine dönerek: "Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur'ân dinledik ve ona iman ettik. Biz, Rabbımıza hiçbir şeyi ortak koşmıyacağız." demişler. Allah Tealâ da peygamberine: "De ki: Cinlerden bir topluluğun onu dinlediği bana vahyolundu." (Cinn, 1) âyet-i kerimesini indirdi. Rasûlullah (sa)'a vahyolunan ancak cinlerin sözüdür.[23] Bu hadisin bir benzerini Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Neseî de rivayet etmişlerdir.[24] Ebu Bekr ibn Ebî Şeybe'nin Ebu Ahmed ez-Zübeyrî kanalıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa) Batnu Nahle'de Kur'ân okurken (Cinler) ona indiler. Onu duyunca: "Susun." dediler. Hz. Peygamber de: "Sus" buyurdular. Onlar dokuz kişiydiler, birisi de Zevbe'a idi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler."e kadar olmak üzere "Hani Kur'ân dinlesinler diye sana cinlerden bir taife yöneltmiştik. Hazır olunca demişlerdi ki: "Susun." Kur'ân tamam olunca da her biri birer uyarıcı olarak kavimlerine dönmüşlerdi...." âyet-i kerimelerini indirdi.[25] Hz. Peygamber (sa) o gece cinlere Rahman Sûresini okumuştur.[26]
35. Rasûllerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar için acele etme. Onlar, va 'dolunduklarını gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu bir tebliğdir. Fâsıklar güruhundan başkası helak edilir mi hiç ? Mukâtil'in zikrettiğine göre bu âyet-i kerime Hz. Peygamber (sa)'e, o Uhud'da iken nazil olmuştur.[27]
[1] İbnu'l-Cevzî, age. VII.368; Kurtubî, age. XVI, 119. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/795. [2] Vahidî, age. s. 270. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/795. [3] Tirmizî.Tefsîru'l-Kur'ân, Ahkâf.46/1, hadis no: 3256. [4] Taberî, age. xxvi,7-8. [5] Taberî, age. XXVI,8. [6] Taberî, age. xxvi,8-9. [7] Taberî, age. XXV1,7; İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, VII.262. [8] Taberî, age. xxvi,9. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/796-798. [9] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,114. [10] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,114. [11] Kurtubî, age. XVI,126; Râzî, age. XXVIII,11. [12] Kurtubî, age. xvi,i26. [13] Aiûsî, age. xxvı,i4. [14] ibnu'i-Cevzî, age. VI1.375. [15] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/798-799. [16] Vahidî, age. s. 270. [17] Aiûsî, age. xxvu9. [18] ibn Kesir, age. vn.263. [19] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/799-800. [20] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,115. [21] Buhârî, TefsînTl-Kur'ân, Âhkâf, 46/2; İbn Kesir, age. VH.266-267. [22] Bak: Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, II, 116. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/800-801. [23] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 11,252. [24] İbn Kesîr, age. VII.272-273. Bak: Buhârî, Ezan, 105; Müslim, Salât, 149; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Cinn, 72/1, hadis no: 3323. [25] İbn Kesîr, age. vn,273. [26] İbn Kesîr, age. vn,286. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/801-802. [27] Kurtubî, age. xvi,i46. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/802.