Özellikle 2003 yılında Gürcistan’da yaşanan Gül Devrimi’nden sonra Baltık cumhuriyetleri dışında eski Sovyet coğrafyasındaki seçimler adeta Rusya ile Batı arasında bir mücadele alanı hâline geldi. Moskova, genellikle iyi anlaştığı “mevcut rejimleri” destekleyerek bu cumhuriyetlerde kendi etkisini devam ettirmeye çalışırken Batı da Avrupa Birliği (AB) veya ABD’de eğitim gören, aynı zamanda Batı ülkelerinden birinin vatandaşlığına sahip ve dış politikada Batı ile yakınlaşmayı hedefleyen adayları destekliyor.
Böylece Batı, bir taraftan bu cumhuriyetlerdeki Rusya etkisini kırmaya, diğer taraftan ise kendi küresel planlarını hayata geçirmeye çalışıyor. 2003’teki Gürcistan’daki devrimden sonra 2004 ve 2014’te Ukrayna’da, 2005’te ise Kırgızistan’da renkli devrimler gerçekleşti. Bunların dışındaki devrim denemeleri başarılı olmadı. Son aylarda Belarus ve Kırgızistan da seçim sonrası gösterilerine sahne oldu, hatta bu gösteriler hâlen devam ediyor.
Geçtiğimiz hafta bir başka eski Sovyet cumhuriyeti olan Moldova’da da cumhurbaşkanlığı seçimleri (ikinci tur) yapıldı. Seçimlerde “Rusya yanlısı” olarak kabul edilen Moldova Sosyalistleri Partisi’nin adayı İgor Dodon ile Batı yanlısı eski Başbakan Maia Sandu yarıştı. Seçimler, oyların yüzde 57,75’ini alan Maia Sandu’nun zaferiyle sonuçlandı. İki aday, 2016’da da cumhurbaşkanlığı koltuğu için yarışmış, dört yıl önce kazanan İgor Dodon olmuştu.
Moldova’nın bir türlü ekonomik sorunlarını çözememesi, pandemi dolayısıyla durumun daha da kötüye gitmesi, halkın bu sefer Sandu’dan yana oy kullanmasına neden oldu. Sandu’nun seçimleri kazanmasında Avrupa ülkelerinde çalışan Moldova vatandaşlarının oyu (her 6 Moldova vatandaşından 1’i oyunu yurtdışında kullandı) etkili oldu. Aslında Sandu’nun da ülke ekonomisini nasıl düzelteceğine dair pek bir fikri bulunmuyor. Ancak onun AB ile entegrasyon vaadi, belli ki en azından halkın yarısı tarafından ekonomik alanda da bir ümit olarak görüldü.
Sandu seçim kampanyası sürecinde de cumhurbaşkanlığı yarışını kazandıktan sonra da AB ile işbirliğinin arttırılması, Rus askerî birliklerinin (yaklaşık bin 700 asker) Moldova’nın “ayrılıkçı bölgesi” olan Transdinyester’den çıkarılması, hatta Romanya ile birleşmesi gibi konuları gündeme getirdi. Nitekim seçim sonrasında Moldova’da 1990’lı yıllarda popüler olan ve Romanya ile birleşmeyi öngören “Tek Millet, İki Devlet” sloganı tekrar gündeme geldi. Bundan dolayıdır ki bu seçimler, yalnızca Dodon’un değil, Rusya’nın da “mağlubiyeti” olarak değerlendirildi.
Siyasi dengelerde köklü değişim beklenmiyor
Ancak seçim sonuçlarına ve yapılan açıklamalara rağmen Moldova'da ve bölgedeki dengelerin 180 derece değişeceğini söylemek mümkün değil. Bunun da birçok nedeni var. En başta Moldova, parlamenter sisteme sahip olup parlamentoda Dodon’un Sosyalist Partisi ile Moldova Demokrasi Partisi’nin kurduğu koalisyon hâkim konumda. Son dönemde özellikle Demokrasi Partisi’nden diğer partilere geçişler olsa ve koalisyon kan kaybetse de yine de Sandu’nun her teklifi ve her adımı, parlamentodan geçemeyecek ve radikal kararlar alması pek mümkün olmayacak. Sandu, erken parlamento seçimlerinin yapılması gerektiğini dile getiriyor, ancak Moldova’daki parlamento seçimleri daha 2019’da yapılmış ve büyük bir krize yol açmıştı. Şimdiki durumda ise ülke yeni bir seçimi de yeni bir krizi de kaldıracak durumda değil. Dolayısıyla Sandu’nun işinin ülke içindeki siyasi dengelerden dolayı hiç kolay olmayacağı görünüyor.
Gerek cumhurbaşkanlığı gerekse de 2019’daki parlamento seçim sonuçları ülkenin siyasi olarak yarı yarıya ikiye bölündüğünü gösterdi. Nüfusun yarısı AB ile entegrasyonu savunurken, yarısı da Rusya ile yakın işbirliğinden yana. Tüm bunların yanında bir de ayrılıkçı Transdinyester sorunu var. Bu bölgenin nüfusu yaklaşık 500 bin olup yüzde 30’unu Ruslar oluşturuyor. 1992’de bölge Moldova’dan bağımsızlığını ilan etse de bunu tanıyan ülke olmadı. 2006’da yapılan referandumda ise Rusya’ya katılım kararı çıktı. Moskova, Transdinyester Bölgesi’ndeki bu kararları resmî olarak tanımasa da yönetimine siyasi ve maddi destek verdiği bir gerçek.
Buradaki referandum vb. süreçlerin de Moskova’nın haberi ve onayı olmadan gerçekleşmesi mümkün değil. Dolayısıyla dondurulmuş bu sorun, Moskova’nın Moldova ile ilişkilerinde önemli bir koz. Moldova’da iktidarda Rusya yanlısı biri varken tüm bunlar sorun teşkil etmezken iktidarın değişmesi ve yeni cumhurbaşkanının hem Rus askerlerinin çıkarılması hem de AB ile entegrasyonun artırılması gerektiğini açıklaması, İgor Dodon’un deyişiyle “büyük bir hata”. Dodon, tüm bunların Transdinyester Bölgesi ve Moldova açısından nelere yol açabileceğinin farkında. Aynı zamanda Romanya vatandaşı olan Sandu’nun seçilmesinden sonra Romanya ile birleşme fikrinin yeniden gündeme gelmesi, Transdinyester sorununun da alevlenmesine yol açabilir. Nitekim sorunun 1992’de ilk ortaya çıkışında da Romanya faktörü önemli rol oynamıştı.
"Dondurulmuş" Transdinyester sorunu alevlenebilir
Şüphesiz Sandu da tüm bunların farkında. Ancak hem 1992’den itibaren dondurulmuş sorun olarak kalan Transdinyester sorununu çözmek istiyor hem de bu sorun çözülmeden AB ile entegrasyonun da Romanya ile birleşmenin de (bu gerçekten de istendiği takdirde) gerçekleşemeyeceğini biliyor. Zira hiçbir ülke ya da birlik, içinde Rus askerî birliklerinin yer aldığı sorunlu bir ülkeyi kendi bünyesine katmak istemez. Dolayısıyla Moldova’nın geleceğini Avrupa’da gören Sandu da bu sorunu çözme konusunda kararlı. Kaldı ki Dağlık Karabağ topraklarının Ermenistan’ın işgalinden kurtarılmasından sonra Transdinyester sorunu, eski Sovyet coğrafyasındaki son “dondurulmuş sorun” olarak karşımıza çıkıyor. Diğerlerinde cumhuriyetlerin lehine ya da aleyhine olmak üzere birtakım gelişmeler yaşandı.
Sandu, Moldova için farklı bir gelecek planları yaparken Rusya’nın Moldova’da etkisini kaybetmeye, askerlerini Transdinyester’den çıkartmaya, hele hele bu eski Sovyet cumhuriyetini Batı’ya kaptırmaya hiç niyeti yok. Romanya ile Ukrayna arasında kalan Moldova, özellikle ülkede Rusya yanlısı iktidarlar olduğunda Moskova’nın Doğu Avrupa’daki “Truva Atı” özelliğini taşıyor. Transdinyester bölgesi ise Ukrayna ile sınıra sahip ve buradaki Rus Barış Gücü de tüm tarafları rahatsız ediyor. Moskova’ya göre Rusya sınırına yakın bir yerde (Moldova) bir NATO üssünün yer almasının yerine AB sınırına yakın bir noktada konuşlanmış Rus askerlerinin bulunması, Kremlin’in çıkarına.
Sandu’nun açıklamalarından ise AB’nin de bu konuya daha fazla önem ve yeni cumhurbaşkanına daha fazla destek vereceği anlaşılıyor. Batı, Ukrayna konusunda Polonya’ya yüklediği misyonu Moldova konusunda Romanya’ya yüklemeye çalışıyor. Nitekim Sandu’nun açıklamaları da Romanya yetkililerinin şimdiden Moldova ziyaretine hazırlanmaları da bunu gösteriyor. Dolayısıyla Rusya-Batı ilişkilerinde yeni “eski” bir sorunun yeniden gündeme geleceği anlaşılıyor.
Moldova yetkililerinin Transdinyester Bölgesi de dâhil olmak üzere ülke içindeki sorunlarını çözmek istemeleri son derece doğal. Bu bağlamda çaba da sarf etmeleri gerekiyor. Ancak bu süreçte yeni yönetim, Moskova’nın bu tür süreçlerde kararlı davranmaktan çekinmediğini, Gürcistan, Ukrayna, hatta Ermenistan’daki gelişmelerin ise Batı’nın desteğinin daha çok sözde kaldığını gösterdiğini, kaybedenlerin de genellikle bu mücadelelerin yapıldığı cumhuriyetler olduğunu unutmamalı. Moldova’nın da buna göre bir strateji izlemesi, kaybedenin yine “cumhuriyet” olmaması için büyük önem arz ediyor.