4. Seneyi Devriye

FETÖ 30 yılı aşkın gizli ve bir o kadar da hummalı bir hazırlığın ardından önderlik edip giriştiği silahlı darbede bilfiil başarısız oldu. Darbeciler 15 Temmuz gecesi devlete ve onun meşru yöneticilerine karşı topyekûn huruca kalkıp harekete geçtiklerinde aslında ülkenin önde gelen pek çok kurumu da çoktan ele geçirilmiş, zapt edilmiş ve yeni bir düzenlemeye hazır hâle getirilmişti.

YAZAN: DR. NECDET SUBAŞI/SOSYOLOG

15 Temmuz başarısız darbe girişiminin üzerinden tam 4 yıl geçti. 15 Temmuz 2016’da Fetullah Gülen, 30 yılı aşkın gizli ve bir o kadar da hummalı bir hazırlığın ardından önderlik edip giriştiği silahlı darbede bilfiil başarısız oldu. Darbeciler 15 Temmuz gecesi devlete ve onun meşru yöneticilerine karşı topyekûn huruca kalkıp harekete geçtiklerinde aslında ülkenin önde gelen pek çok kurumu da çoktan ele geçirilmiş, zapt edilmiş ve yeni bir düzenlemeye hazır hâle getirilmişti. Hemen her kuruma önce sızmayı sonra da gizli bir müfredat eşliğinde bu birimleri kendi tahayyüllerine uygun bir şekilde yapılandırmayı amaçlayan örgüt, süreci tamamlamaya yönelik adımlarının bir sonucu olarak 15 Temmuz gecesi kapsamlı bir saldırı harekâtıyla darbe girişiminde bulunmuş, ancak sonuç hüsranla neticelenmişti.

FETÖ toplumu rehin almak istedi

Bu bağlamda başarısız kalkışma girişiminin ana merkezinde toplumu rehin almak var. Ne var ki artık din üzerine konuşmak beraberinde istismar kavramını akla getiriyor. FETÖ böyle bir kalıp yargı bıraktı. Gerçekten de dinin en başta bir istismar konusu olarak hatırlanması çok talihsiz bir durum. Yaşadığımız süreç bir trajediden farksız. Yüz yıllık kayıplarımızın bilançosuyla karşı karşıyayız sanki. Bir yanda dini şu ya da bu şekilde merkezden uzaklaştırıp tasfiye edenlerin gündelik hayatı zapt eden baskısıyla hesaplaşıyoruz, bir yanda burada ortaya çıkan boşluktan nemalanmak isteyen sıkı bir istismar mekanizmasıyla yüzleşiyoruz. Devlet her durumda ilgili yapıları bütün unsurlarıyla, bütün çeşitliliğiyle belirler, kontrol altına alır, cezalandırır. Ancak mevcut durumda dinin olması gerektiği şekilde hayattaki yerini alması için kapsamlı analizler, güçlü yorumlar gerekiyor. Ne onu merkezden uzaklaştıran önyargılı ve düşmanca bir taarruza karşı saflık ve körlük ne de onu istismar etmek için sözüm ona siperde bekleyenlere gösterilecek bir şefkat ve ihtimam. Hiçbiri kabul edilemez. Memleket ikisinden de çok çekti ve hala çekmeye devam ediyor. Bizi dinden koparmak isteyenlerle, kendi dini söylemleriyle boğmak isteyenler arasında fark olmadığını acımasızca hissettik. 28 Şubat’la 15 Temmuz’u kesintisiz bir şekilde birbirine bağlayan şey, dinin her durumda pazarlığa açık bir istismar ve istihdam alanı olarak görülebilmesidir.

FETÖ dini kullandı

Gülen’in “örgütlü dinsel yapı” deneyimi her şeyden önce teolojik bir arka plandan beslenmekte ve en başta Said-i Nursi külliyatının üzerine oturduğu bir sosyal sermayeden destek almaktadır. Cumhuriyet’in ve modernleşme politikalarının daha güvenliksiz alanlara savurduğu Türk Müslümanlığı Gülen’in rahatlıkla üzerinde dolaştığı bir sosyolojik harita ve zemin olarak dikkat çekmektedir. Bu zeminde gündelik hayatı deruhte eden dinî kodların her birinde içkin olan fıkhi, kelami ve tasavvufi unsurların Gülen tarafında ihtiyatlı bir kullanım içinde harekete dâhil edildiği bir gerçektir. Türk Müslümanlığının ilmihâl dindarlığıyla ve yüksek prestijli bir aidiyet atmosferinde ilerleyen doğası pek çok kişi ve kurumun lakaytlığı, ilgili müesseselerin gerçekliğin yönünü göz ardı eden gayretkeşliği içinde çarçur edilmiş ve maalesef Türkiye’de dinî hayat biri laik ve seküler saldırılarla diğeri de Gülen’in bildik manipülasyonlarıyla esaslı bir altüst yaşamıştır. Bugün artık dinî referans bölgeleri hakkında mevcut bilgi kirliliğini aşarak yeni ve sağlıklı analizler yapma fikri cesaret kaybıyla maluldür.

Dikkatli olmak gerekiyor

Öte yandan olayın sıcaklığı fevri ve duygusal çıkışlara fırsat veriyor. Hazır bunlar gündemi kaplamışken bu havada hepsini halledelim, başka diğer cemaatleri de aynı potada değerlendirelim diyenler az değil. Hepsini bir ve türdeş olarak değerlendirenler güçlü bir fırsat yakalamanın derin mutluluğunu yaşıyorlar. Bence bu konularda aslolan dinin asli özelliklerine müdahale eden, onu çarpıtan, bozan ve kullananlarla kendi maneviyatını güçlendirmek için farklı yol ve arayışlar içinde çaba gösteren insanların duygularını birbirine karıştırmamak. Aslında milletin kendi bütünlüğünün hangi durumlarda dağılıp çözüldüğüne bakmak gerekir.

Devletle dinin kalıplaşmış soğukluğu…

Cumhuriyet’in kurucu seçkinlerinin tarikatlar hakkındaki kararlı tutumu bilinen bir şey. Bugün devletle dinin kalıplaşmış soğukluğuyla kendini biçimlendirmiş pek çok tarikatla karşı karşıyayız. Bunlardan çoğunun gelenekli olmadığı ancak geleneği kullanmaktan da çekinmediği bir gerçek. Devletle millet arasında ancak şimdilerde görece zayıflayabilen bir soğukluktan sürekli olarak nemalanan yapıları hem din hem de millet gereklilikleri içinde masaya yatırmak gerekir. İstismar edilen konulara değil, bunları istismar edenlere ve ne diye ettiklerine bakmak lazım. Bu dikkat bize orada gelişen cerahati görme ve deşme fırsatı sağlayacaktır. İnsanı kullanışlı ve elverişli bir malzeme gören kim olursa olsun önlem alınmalı. İster seküler ister dinsel kodlardan beslensin, denetime açık olmayan, gizemli ve sırlı yapıların hepimize mahrem kılınan örgütlü yapılarına dikkat kesilmek gerekir.

Derin bir istismar girişimi

Sağ olsun sol olsun, dini ya da din dışı fark etmez. İnsanın kulluğuna talip olan her grup, klik ve örgüt sonuçta derin bir istismar girişimiyle bizi tarumar ediyor. Bununla birlikte tasavvuf ve tarikatların de zaman içinde yozlaştığı, pek çoğunun kitaplarda durduğu gibi durmadığı da kesin. Sapla samanı birbirine karıştırmadan bu konulara bakmak gerek. Ama yine de şu soruya cevap vermek önemli. Acaba bu hengamede yapılmak istenen dini bir arınma ve manevi bir yetkinlik arayışı mıdır? Bana kalırsa devletle dine aynı noktadan ve aynı kararlılıkla savaş açıp saldıran bir örgüt devletle milleti ortak duyarlılıklar içinde buluşturmuş ve birbirine tarihte hiç olmadığı kadar yakınlaştırmıştır.

Milyonlarca insanın aldatılmışlığı

Eğitim ve başarı, orta halli Anadolu toplumunun hiçbir zaman iflah olmayan bir zaafıydı. Başarmak ve yüksek makamlara erişme çabası gündelik hayatta en çok takdir edilen bir çabaydı. Sınıf atlamak, daha müreffeh bir dünyaya dâhil olmak, toprağa bağımlı bir yaşama standardından kurtulmak herkes için peşinden koşturulabilir bir hedef sayılırdı. Örgüt hemen her aileye ulaşmayı başaran örgütlü eğitim kurumlarıyla bu zaafı sözüm ona başarıyla taçlandıracak atılımlarıyla herkesin diline düşmeyi ve ilgi görmeyi başardı. Sonuç tabii ki milyonlarca insan için gerçek bir aldatılmışlıkla tanımlanabilecek noktalara erişti.

İnsan yetiştirme düzeni gözden geçirilmeli

Bu bağlamda özellikle eğitim müfredatının bu konularda sıkıntı yarattığı açık. Toplum türdeş üyelerin bir toplamı değil. Aksine heterojen bir toplumuz. Kim neye nasıl inanırsa inansın aldatılmayı önceleyen bir bilince ihtiyacımız var. En büyük sorun insanın aklının ve kalbinin ele geçirilmesidir. Eğitimden başlayarak gündelik hayatın hemen her düzleminde insan yetiştirme düzenimizin gözden geçirilmesi noktasında yeni bir mutabakat var. Ancak bunun farklılıkları kemiren, yenilikleri kapatan, geleneği ıskalayan bir paradigma arayışına fırsat vermemesi gerekir.

Yüksek kalite dindarlık nedir?

Öte yandan tasavvufi ve ezoterik akımların etki alanları da önemli. Bu konularda tasavvuf tarihiyle ilgilenen dostlarımızın yaklaşımları farklı. Masumiyet ve kutsallık kavramlarının Şia başta olmak üzere kimi ezoterik akımlardaki karşılığı akademik dünyada pek fazla tartışılmıyor. Tasavvuf ve tarikatlarda nefsin zapturapt altına alınmasının bir dizi ameliyeye, disiplin ve itaate bağlı olarak gerçekleştiği malum. Tasavvuf ve tarikatların gündelik hayatta temsil ettiği değerlerin, imaj ve davranışların yeni bir sınanmaya ihtiyacı var. Kişinin Allah’la ilişkisi bir noktada mahrem ve sorgu kabul etmez bir evrende ilerlemektedir. Tarikatların kamu dünyasına yansıttıkları “yüksek kalite dindarlık” imgesinin takvayla ne ölçüde örtüştüğünü sorgulamak herkesin hakkı. Bizi tavlamaya, etkilemeye ve kontrol etmeye yönelik bir talebin varsa ve biz de bu niyetini fark ettiysek doğal olarak seni sorgularız, ne menem bir şey olduğunu anlamaya çalışırız.

Köktenci bir şekilde yerle bir etmek

Devletin din alanının gündelik hayattaki akışkan tabiatına karşı herkes için sorunlu sayılabilecek vaziyet alışı ülkede birbirinden bağımsız bir şekilde örgütlenen dinî yapılar tarafından telafi edilemez yeni bir inanç kargaşasının önünü açtı. Devletin laik hassasiyetlerle koruduğu mesafe, dinî yapı ve cemaatlerin yer yer telafi yer yer de yeniden inşayla sonuçlanan dinî hayat atakları örgütün daha sistematik ve en çok da sahte bir din diliyle ortaya koyduğu yeni bir tatmin formumu devreye sokmasına yol açtı. Etrafta hızlı bir şekilde bir varlık savaşımı içinde çaba gösteren cemaatlerin birbirleriyle olan rekabetinden güç devşiren örgüt, onların gücünü tasfiyeye yönelmekle yetinmeyip Devletin din alanında arkaladığı resmî dinî yapıları da işlevsizleştirme konusunda pek çok hamlenin sahibi oldu. Böylece örgüt, din dilinden dinî söylemlere, maneviyat göstergelerinden dinî hayatın prototiplerine kadar hemen her alana sirayet eden yayılmacı siyasetiyle coğrafyanın hemhâl olduğu dinî evreni köktenci bir şekilde yerle bir etmeyi öncelikli amaçları arasında saydı.

Sonuç ve çözüm

Bugün yaralar sarılmayı beklemektedir. Hasar hem çok hem de fazlasıyla derindir. İlahiyatçılar dinî hayatın sahih evrenini yeni bir cehdle arındırmaya yönelirken toplumun epistemolojik evrenini olabildiğince kirleten bir dünya görüşüyle de karşılaşmak, yüzleşmek ve hesaplaşmak gerekmektedir.