28 Şubat yolunda döşenen taşlar (1)

93 Örtülü darbesiyle başladı her şey

ASLAN DEĞİRMENCİ

1993'te başlamıştı her şey.. Darbenin altyapısı adım adım hazırlanıyordu. 33 er katledildi, Sivas'ta 37 can yakıldı, Başbağlar'da 33 masum sivil katledildi, köyleri yakıldı. Kürt meselesinin çözümü masada dururken, raporlar hazırlanıyor adımlar atılmaya hazırlanırken olaylar derinleşiyordu. 24 Ocak 1993'te Uğur Mumcu öldürülüyor, sanal irtica yalanıyla gündem değiştiriliyordu. Eşref Bitlis ve Adnan Kahveci'nin şüpheli 'kaza'larla aramızdan ayrılması, Güneydoğu şehirlerinde faili meçhul cinayetler derken tırmanan şiddet ve Jandarma Tugay Komutanı Bahtiyar Aydın ile HEP kurucularından Mardin Milletvekili Mehmet Sincar'ın aynı süreçte öldürülmesiu2026

DERİN PROVOKASYONLAR

Yaşanan bir örtülü darbeydi aslında ve 5 Nisan 1994 Kararlarıyla baş gösteren ekonomik kriz ile süreç derinleştiriliyordu. 28 Şubat 1997 yolunda döşenen taşlar; karanlık ilişkiler, kirli pazarlıklar, provokasyonlar aralıksız sürüyordu. Demokratikleşmeyi bloke eden eylem ve suikastlerin ardından hedef şaşırtılıyor, laik-antilaik çatışması için her yol deneniyordu. Kürt meselesi ise yeniden raflardaki tozlu yerini alıyordu.

PUSULAR KURULDU

Zor günler bekliyordu Türkiye'yi. Siyaseti vesayet altına almak isteyen ne kadar yapı varsa ittifak içerisinde pusuda bekliyordu. Beklemeyenler de vardı. Çünkü seçimler kapıyı çalmıştı. 24 Aralık 1995 yaklaştıkça mühendislik artıyordu. Genel seçimler öncesi manipülasyon çabaları hız kazanmıştı. Önce medya devreye girmişti. Geniş kitlelerin oy verme davranışlarının açık olarak yönlendirildiği medya toplumun bir yandan sinir uçlarına dokunuyor bir yandan ise kamplaşmaya aracılık yapıyordu. Algı operasyonları anketlere de yansıyordu. Ancak Refah Partisi medyada uzun bir süre yayınlanan anketlerin aksine, yüzde 21 oy oranıyla birinci parti oldu.

DAYATMALAR, TUZAKLAR

Medya yine vazgeçmemişti. Bu kez koalisyonu kendi yöntemleri ve haberleri ile şekillendirme arayışına girmişlerdi. Bir yandan da Refah Partisi'nin başarısını itibarsızlaştırmak için halkı küçümsüyor, sandıktan çıkan demokrasiyi değersizleştiriyorlardı. Bir takım sivil toplum örgütleri de çoktan "irtica geliyor" propagandasına başlamıştı. Sermaye gruplarının girişimi, medyanın baskısıyla Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller bir araya getirildi. İlk görüşmeden istenen ve beklenen sonuç alınamadı. Halkın iradesi ortada iken Refah Partisiz bir koalisyon kurmak için çalışmalar, dayatmalara dönüşmüştü. Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller arasındaki görüşmeler çıkmaza girdikçe, medya iki siyasetçiyi suçluyor, Türkiye'ye olmazsa olmaz koalisyon olarak Anayol sunuluyordu. Sandıktan çıkan sonuç nedense hiç gündeme getirilmiyordu. Görüşmeler yeniden başladığında masaya formül olarak dönüşümlü başbakanlık uygulaması getirildi. Adına demokrasi denildi. Oysa halkın iradesinin olmadığı bir durum ortadaydı. Yılmaz ve Çiller'de bu durumdan rahatsızdı ancak mahalle baskısından olacak direnmek yerine mutabakata varmayı tercih ettiler.

İTTİFAK CEPHESİ

Bu tercihe ilk tepki Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan'dan geldi. Merhum Erbakan, Anayol hükümetini yok sayacaklarını belirterek, yeni hükümeti "fanus bebeği"ne benzetti. Bu benzetme kamuoyunda yankılanırken, hiç beklenmedik yerden ibadet genelgesi geldi. Jandarma Genel Komutanlığı genelgesiyle mescitlere rütbeli personel ile sivil memur ve işçilerin girmesi, kışla mescitlerinde ve camilerde ezan okunması; rahle, tesbih, takke gibi TSK Kıyafet Kararnamesi'ne uygun olmayan malzemelerin kullanılması yasaklandı. Bu bir işaretti aslında! Biz buradayız demekti. Bir anlamda Yılmaz ve Çiller'e tabi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e "Gereğini yapın" mesajıydı. Mesaj 20 gün sonra yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Cumhurbaşkanı Demirel, 6 Mart günü Mesut Yılmaz başbakanlığındaki Anayol hükümetini onayladı. Refah Partisine karşı oluşturulan ittifak cephesinden ardı ardına yeni hükümete destek açıklamaları geldi. En ilginç açıklama da DSP'den yapıldı. DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, "Türkiye Refah Partisi'ne muhtaç olmasın diye hükümete destek verdik" açıklaması yaptı.

Yarın: Medya ve şiddetin dili