2. Riba (Faiz)
Allah Teâlâ faizi haram kılmıştır. Hakkında şiddetli emirler vermiştir. Bu bakımdan altın ve gümüş üzerine muamele yapan sarraflara faizden sakınmak farzdır. Yiyecek maddeleri üzerine alışveriş yapanlara da faizden sakınmak farzdır. Zira faiz ancak nakit (altın, gümüş) veya bedelleri olan diğer paralar ve yiyecek maddelerinde vardır. Sarraf bir kimsenin faizin nesie ve fadl çeşitlerinden sakınması gerekir. Faizin nesie çeşidi şu demektir: Altın ve gümüş olan herhangi birşeyi yine altın ve gümüş olan diğer bir şeyle sattığı zaman, ancak aynı mecliste verip almak suretiyle satış yapabilmektir. İşte aynı meclîste satılan altın ve gümüş ile bedelleri olarak alnan altın ve gümüş teslim edildi mi, faizin nesie şeklinden sakınmış olunur. Sarrafın altını darpha-neye teslim edip sikkeli altınları oradan satın alması, hem ribanın nesie şekli bakımından haramdır, hem de verilen külçe ile alınan sikkeli altınların arasında çoğu zaman ölçüde fark olması bakımından haramdır. Zira darbedilmiş para, külçe halindeki altın ve gümüşle ölçüde eşit olarak müşteriye verilmez. Ribanın fadl kısınma gelince; üç işte bu çeşit faizden sakınmak gerekir:
1. Kırılmış altın ve gümüş parçalarını sağlamları ile satmakta... Bu bakımdan bu iki çeşitte ancak tartı bakımından benzer ve eşit oldukları takdirde muamele caizdir.
2.Ayarı tam olanı, düşük ile satmakta böyle bir faizden sakınmak gerekir. Bu bakımdan tartıda kendisinden daha eksik olan ayarı düşük bir altını veya gümüşü, ayarı tam olanla satmak uygun bir hareket değildir veya tartıda ayarı tam olandan daha ağır ve ayarı düşük malları satmak yine uygun değildir. Benim anlatmak istediğim; altını altın ile ve gümüşü gümüş ile "sattığı zaman durumun böyle olmasıdır: Eğer cinsleri ayrı olan yani altını gümüşle veya gümüşü altınla takas ederse, o vakit birisinin tartısındaki fazlalık zarar vermez.
3. Altın ve gümüş karışımı olan nesnelerde fadl ribasından sakınmak gerekir. Altın ve gümüş karışık dinarlar gibi... Eğer o dinarlarda bulunan altının miktarı meçhul ise, asla onunla mu-amele yapmak caiz değildir. Memlekette geçer bir akça ise, o za-man durum değişir. O zaman, biz de onunla muamele etmeye ruhsat veririz. Eğer başka bir nakit (para) ile karışması sözkonusu değil ise, bakır ile karışık paralar da böyledir. Eğer onlar da memlekette geçerli akça değil iseler, onlarla muamele yapmak sahih olamaz. Zira o paraları almaktan gaye onun içindeki gümüşü al-maktır. Oysa bu paranın içindeki gümüş miktarı da meçhuldür. Eğer o para memlekette kullanılan bir para ise, biz de ihtiyat için muamelede onunla alışveriş yapmaya ruhsat veririz. Bir de onun içinde bulunan gümüşün ondan çıkarılması artık istenilecek birşey olmadığından onunla muamele etmek ruhsatlı kılınmıştır. Fakat hiçbir zaman bunu verip başka gümüş almak caiz değildir. Yani bu katışık para ile satın alınamaz. Fakat gümüş hariç diğer maddeler ise, bu para ile satılır ve alınır. Altın ve gümüş karışımı her zînet eşyası böyledir. Böyle bir zînet eşyasının altın ve gümüşle satın alınması caiz değildir. Belki böyle bir zînet eşyasını -eğer içindeki altının miktarı belli ise- başka bir mal ile öyle bir tarzda yaldızlanmış ki, eğer ateşe konursa onun yaldızlanmasında kullanılan altın hiç de elde edilemez. O zaman, o zînet eşyasını zaman bakımından kendisi kadar olan gümüş veya gümüşün dışında kalan diğer bir mal karşılığında satın alabiliriz. Böylece sarraf bir kimseye içinde hem altın, hem de boncuklar bulunan bir gerdanlığı altın mukabilinde satın almak caiz değildir ve böyle bir gerdanlığı altın mukabilinde satması da caiz değildir. Belki böyle bir gerdanlık, eğer içinde gümüş yoksa, elden verilip almak şartıyla gümüşle satılır ve alınır:
Ateşe konulduğu zaman yaldızlanması için işlenen altını elde edilecek derecede bol olan altın işlemeli bir elbiseyi altın ile satın almak caiz değildir. Fakat gümüş veya başka nesnelerle satın alınması caizdir.
Yiyecek maddeleri üzerinde muamele edenlere gelince, ister alıp ve sattıkları maddelerin cinsi değişsin, ister değişmesin, alışveriş meclisinde verip almak mecburiyetindedirler. Eğer satılıp alınan maddelerin cinsi bir ise, yani bir çeşit buğdayı diğer bir çeşit buğdayla değiştiriyorsa, o vakit hem aynı mecliste verip almak, hem de benzer olmalarını gözetmek gerekmektedir. Bu hu-susta âdet olan, kasap ile yapılan muameledir. Mesalâ kasaba koyunu teslim eder, koyun mukabilinde tedricî olarak et satın alır. İster bu aldığı peşin, ister borç olsun... Mutlaka bu şekildeki bir alışveriş haramdır. Fırıncının muamelesi de, bu kısım muame-leye girer. Meselâ fırıncıya bir miktar buğday teslim eder ve onunla tedricî olarak fırıncıdan ekmek satın alır. İster bu satın aldığı ekmek borçla, isterse peşin olsun, böyle bir muamele haramdır. Sıkıcı ve yağ yapıcının muamelesinde de bu durum âdet haline gelmiştir. Meselâ; ona haşaş, bezir ve susam danelerini ve zeytinleri teslim eder ki bunların karşılığında ondan yağları ted-ricî olarak alsın. Bu muamele de haramdır. Sütçünün muamelesi de böyledir. Meselâ mandıracıya süt verir ki ileride onun karşılığında, peynir, yağ, kaymak ve sütün diğer mamullerini alsın. Bu da diğerleri gibi haramdır.
Yiyecek maddeleri, yiyecek maddesi olmayan şeylerle satıldığı zaman, ancak nakden (derhal değiştirmek suretiyle) satılabilir. Eğer bir yiyecek maddesi, başka bir yiyecek maddesiyle satılır ve alınırsa, o zaman hem hazır, hem de benzer ve eşit olması icabeder. Yenilen şeyden yapılan ma'mul aynı madde ile ne benzer olduğu, ne de fazla olduğu halde satılabilir. Meselâ, buğday karşılığında buğdayın unu, ekmeği ve kavutu satılamaz ve alınamaz. Üzüm ve hurma karşılığında pekmez, sirke ve şıraları satılamaz ve alınamaz. Süt karşılığında yağ, kaymak, ayran, çöke-lek ve peynir ne satılır ne de satın alınabilir. Yenilecek madde, tam ambarlanacak duruma gelmedikçe, aradaki benzerlik hiçbir mânâ ifade etmez. Bu bakımdan yaş hurma, yaş hurma ile, yaş üzüm, yaş üzümle, ne fazla ne de aynı oranda oldukları halde takas edilemez.
Bu cümleler, tüccara fesad kaynaklarını gösteren ve Bey'in (alışverişin) tarifini ikna edici bir şekilde yapan cümlelerdir. Bu cümleleri serdetmekten gayemiz; tüccarı ikaz edip, ta ki bir yerde şek ve şüpheye girdiği veya bu durumlardan herhangi biriyle karşılaştığı zaman, gidip fetvayı ehlinden sorsun. Zira tüccar bizim söylediğimiz cümleleri bilmediği takdirde fesad kaynaklarını göremez. Nerede, ne hakkında sual sorulur bunu kavrayamaz. Böylece, bilmediği halde riba muamelesi yapmış ve harama girmiş olur.