Adaletin şifresi

Sabahın ilk ışıkları İç Anadolu Ovalarına düştüğünde, bir çiftçi tarlasının kenarında diz çöker. Avuçlarını toprağın derin çatlaklarına bastırırken, devletin su kanallarını yeniden düzenleyeceğine dair umuduyla dua eder. Bu dua, sadece bir ferdin değil, milletin ortak yüreğinin sesidir. Adaletin mimarı John Rawls’un “cehalet peçesi”nin ardından yükselen soru, bu topraklarda devletin adil düzeninin gölgesinde cevap bulur: “Hangi tarlanın sana düşeceğini bilmesen de, devlet ananın şefkati herkese yetecek.”

Adaletin mimarı, insanlığa şu hayali sunar, kim olduğunu bilmediğin bir dünyada, en fakirin ekmeğini düşün! Bu düş, Diyarbakır’ın bir köyünde devlet eliyle kurulan tarım kooperatiflerinde hayat bulur. Köylüler, devletin desteğiyle eşit sulama hakkına kavuşurken, en kurak topraklara fazla su kanalı çekilir. Pandemi günlerinde devletin sağlık hizmetlerini eşit erişimle sunması, bu ilkenin yaşayan bir tezahürüdür. Bir temizlik işçisi ile CEO’nun aynı hastanede tedavi görmesi, Rawls’un “fark ilkesi”nin ta kendisidir.

Yeteneklerin bahçıvanı Amartya Sen ise adaleti toprağın derinliklerinde arar: “Bir çiftçiye traktör değil, sulama hakkı verin!” felsefesini sunar. Devletimiz, bu çağrıya Konya Ovası’nda modern tarım teknikleriyle cevap veriyor, tuzlanan topraklar rehabilite ediliyor, genç çiftçilere eğitim desteği sağlanıyor. Sen’in “yapabilirlikler” teorisi, Çukurova’da pamuk işçilerine verilen sosyal güvenlik paketleriyle, Mardin’de taş ustalarının kurslarla desteklenmesiyle hayat buluyor. Bir kadın kooperatifinin ürettiği bulgur, sadece açlığı değil, kaderini değiştirme gücünü de doyuruyor.

Aidiyetin inşacısı Michael Sandel, adaletin köklerini toplumsal hafızada görür: “Adalet, haklardan önce ait olmakla başlar.” düşüncesini sunar. Devletimiz, bu bilgelikle de uyumlu şekilde Anadolu’nun kültürel mirasını koruyor: Hasankeyf’in tarihi dokusu yeni yerinde yaşatılıyor, Karadenizli balıkçıların geleneksel yöntemleri turizm projeleriyle desteklniyor. Sandel’in komunitarizm öğretisi, devletimizin “birlikte yaşama iradesi”yle buluşuyor; her etnisite, kendi rengiyle milletin mozaiğini tamamlıyor. Van Gölü’nde bir Ermeni kilisesinin restorasyonu, Diyarbakır surlarında bir Kürt türküsünün yankısı, Gaziantep’te yapılan çevre ülker dahil en büyük cemevi… Hepsi, devletin “biz” olma cesaretinin kanıtıdır.

Hukukun kuyumcusu Ronald Dworkin, yasaları vicdanla işlemeyi öğütler: “Kanunlar, insan onurunu korumalı.” Türkiye’nin yargı reformu paketleri, Dworkin’in bu idealini devlet aklının öngörüsüyle harmanlıyor. Adalet Bakanlığı’nın dijitalleşme hamleleri, davaların şeffaflığını artırırken, hukukun üstünlüğü milletin güveniyle taçlanıyor. Gezi davalarında mahkeme salonlarında yankılanan “Adalet mülkün temelidir” çığlığı, sadece bir slogan değil; devletin hukuku milletin nefesiyle yeniden inşa etme azmidir.

Diyaloğun mimarı Jürgen Habermas, kamusal alanların gücüne inanır: “Demokrasi, herkesin sözünü özgürce söyleyebildiği ortamlarda gelişir.” Devletimiz, bu çağrıyı gençlik merkezlerinde, kütüphanelerde, şehir parklarında karşılıyor. İstanbul’da bir sokak kütüphanesinde Kürtçe şiir okuyan bir gencin sesi, Ankara’da bir kadın derneğinde yükselen hak talepleri… Hepsi, devletin “diyalog ateşi”ni besliyor. 2013’te Gezi Parkı’nda kurulan forumlar, bugün devletin desteklediği gençlik platformlarında yeniden hayat buluyor.

Her zaman medeniyetin şafağında bir ümit türküsü barındıran topraklarımızda, adalet, devletimizin köklü bilgeliğiyle filizlenen bir çınar gibidir. Bu çınarın dallarında Rawls’un 'cehalet peçesi', Amartya Sen’in 'yapabilirlikleri', Sandel’in 'aidiyet'i, Dworkin’in 'hukuk'u ve Habermas’ın 'diyaloğu' ile birbirimize dokunabiliyorsak, anlaşılabilir şekilde temas halindeysek hâlâ ümitvarız demektir. Devletimiz, milletin iradesiyle attığı her adımda, bu düşünürlerin ışığından feyz alıyor. Gönül ermişi Yunus Emre’nin dediği gibi: “Bir garibin duasına gir. Kurtarırsa o kurtarır.” Devletimiz, her garibin duasını milletle birlikte yükseltiyor; adaleti, toprağın her karışında hissettiriyor.

Her pazartesi sabahı, bir okul bahçesinde çocuklar koşarken, tatil günlerinde bile bir hastanede doktorlar hayat kurtarırken, bir belediye otobüsü bayramlarda ücretsiz şekilde şehrin sokaklarında ilerlerken… İleride, hepsi devletin bilgeliğinin ve milletin azminin eseri olarak anılacak. Çünkü adalet, sizlerle birlikte nefes alıyor; devletimizin kudretiyle, milletimizin yüreğinde hissediliyor.

Peki sizce, bir çınar ağacının gölgesinde oturup çayınızı yudumlarken, devletin adalet anlayışını düşündüğünüzde içinizde hangi umut filizleniyor? Kim bilir belki de, Karapınar’da kuraklığa direnen bir çiftçinin terindeİzmir’de depremzedelere uzanan devlet elinde saklıdır, duyamadığımız ve göremediğimiz ülkenin her karışında devletin kutlu dokunuşunu hissedebilirsiniz. Çünkü bu topraklarda adalet, teorilerin ötesinde; devletin şefkatiyle, milletin sabrıyla örülüyor…